Freud'un Psikanalitik Kuramı ve Oruç

Psikanaliz, liseden beri derslerde işlediğimiz, üniversitede de çok kez gördüğümüz bir konu. Şu anda almakta olduğum psikiyatri stajında konuyu detaylı işleyişimizle tekrar hatırlamış oldum. Bu sefer dersi dinlerken oruç ile arasındaki bağlantıyı düşündüm.


Freud, psikanalitik kuramında zihnin üç temel kavramdan oluştuğunu düşünür. Bu kavramları sırasıyla id (alt benlik), ego (benlik) ve süperego (üst benlik) olarak adlandırır.

Temel olarak id, zevk/haz temelli ilkel istekleri oluşturur. Ego bunları gerçeklikle tanıştırır. Süperego ise vicdan, ahlak, etik gibi kavramları işin içine katarak sonuca eriştirir.





İd, zihnin en ilkel ihtiyaç dürtülerini temsil eder. Açlık, uyku, cinsellik, boşaltım, fizyolojik ihtiyaçlar... gibi. İd ertelemez, sonuçları dikkate almaz, yer/zaman/mekan gözetmez, haz ilkesine göre çalışır ve derhal doyurulmak ister.

Örneğin bir bebek tamamen id'i ile hareket eder. Acıktığı an ortam müsait mi, annem müsait mi diye bakmaz ağlamaya başlar. Erteleyemez, doyuruluncaya kadar da ağlamaya devam eder. Küçük çocuklar gördükleri herhangi bir yiyeceği ya da oyuncağı ister, benim mi yoksa bir başkasının mı diye düşünmez.













Ego, insanoğlunun dış dünya ile uyum ve denge içerisinde yaşamasını sağlar. Örneğin biraz büyüyen çocuklar acıktığında şunu düşünebilir "Şu an dışarıdayız, annem müsait değil, beni doyuramaz." Başkasında gördüğü her şeyi isteyemez, "Çünkü o bizim değil, bir başkasının." diye düşünebilir.


Süperego ise ego'nun zaman içerisinde toplumsallaşması ve değerler ile birlikte evrimleşmesi ile oluşur. Süperego, id'in dürtülerini "ahlaklı mı, doğru mu, ayıp mı, haksızlığa/adaletsizliğe yol açıyor mu, başkasına zarar veriyor mu?" gibi sorularla denetler.




Kısacası saf id ile dünyaya gelen, başta istek ve ihtiyaçlarımızı erteleyemeyen bizler, zaman içerisinde öğrenerek ego ve süperego ile zamana/ortama/ahlaka/değerlerimize uygun olmayan isteklerimizi erteleyebilme ya da bastırabilme yetileri kazanır ve irade sahibi bireyler oluruz.








Oruca gelecek olursak, oruç tutmanın birçok amacı olmakla birlikte kazanımlarından ve hedeflerinden biri de id'i eğitebilmek, isteklerimizi erteleyebilmek, bekleyebilmeyi öğrenmek, irademizi (ego ve süperegomuzu) güçlendirebilmektir.

Dolabımızda yiyecekler varken, önünden geçtiğimiz fırından, lokantadan mis gibi kokular gelirken, yanımızda başkaları yiyip içerken, aç olduğumuz ve canımız çektiği halde, imkanımız olduğu halde yiyip içmemek sağlam bir irade gerektirir. Bunu başarabilmek ego ve süperegoyu geliştirir. Bu, hem toplumsal/sosyolojik hem de ahlaki bir eğitimdir. Nitekim hayatta her istediğimiz hemen olmaz, bazen emek ve çaba, bazense zaman gerektirir.




İd'ini kotrol altına almayan kişiler toplumda sık sık taşkınlık yapar, huzur ve barış ortamını bozar, hakkı olmayanı talep eder, erteleyememenin/bekleyememenin getirdiği öfke ve sinirle etrafa zarar verir ya da kişi zayıf iradesi nedeniyle haklıdan yana değil güçlüden yana durur, adaletsizliğe karşı dik duramaz, ilkeleri peşinde değil çıkarları peşinde koşar, hayatında ekonomik ve sosyal dengeyi sağlayamaz...

Örneğin; zamanında ego ve süperegosunu geliştirmeyen, hala id'in kontrolünde olanlar hastanede sırasını beklemek istemez. Randevusu olmadığı halde randevulu hastalardan bile önce bakılmak için olay çıkarır, bozgunculuk yapar. Yol açtığı adaletsizliği, huzursuzluğu, kavga ve şiddet ortamının beraberinde getirdiklerini umursamaz.

İd'in kontrolünde olanlar, cebinde o an parası varsa istek - ihtiyaç ayrımı yapmaz. Çok beğendiği bir kıyafeti, ayakkabıyı...vs. hemen almak ister. Gerekli mi, israf mı, bütçem şu an buna bu kadar para ayırmaya yetiyor mu diye düşünmez.

İd'in kontrolünden çıkamamış, ailesi tarafından ego ve süperegosunu geliştirmesi yönünde eğitilmemiş/desteklenmemiş çocuklar ufacık bir istekleri yerine getirilmediği zaman sinir krizleri geçirir, ortalığı ayağa kaldırır, öfke problemi yaşarlar. Bu çocuklar yetişkinliklerinde de ailelerine, eşlerine, arkadaşlarına karşı tahammülsüz, öfke problemi yaşayan, ergenlikten bir türlü çıkamayan hedonist (hazcı) bireyler olurlar. (Çocuk eğitimine dair yazdığım başka bir yazım: "Hekimlik ve Anne Babalık Çok Değişiyor - Şımarık Çocuk Sendromu" )



Sonuç Olarak

Oruç tutmak; günlük öğünlerimizden birini azaltıp diğer öğünlerin saatini değiştirmek demek değildir. Allah'ın biz kullarına eziyet çektirmesi demek değildir. Bir öğün atladık diye akşamına mükellef bir sofrada ziyafet çekmeyi hak etmek değildir. Biraz açlığı deneyimledik diye sinir küpü haline gelip sağa sola çatmaya ruhsat kazanmak demek değildir.

Aksine oruç tutmak; empatiye, yardımlaşma ve paylaşmaya vesile olmasının yanında; kişinin fren sistemini, kendini kontrol mekanizmasını, iradesini eğitebilmesi, içindeki id'in dizginlerini eline alabilmesidir.

Tuttuğumuz oruçların aç kalmaktan ibaret olmaması, anlam ve amacına ulaşabilmesi dileklerimle...

Yorumlar