"The Platform" Film İncelemesi

Orijinal ismi “El Hoyo” (İspanyolca çukur demek) olan “The Platform”; bilim kurgu ve gerilim kategorisinde, Galder Gaztelu Urrutia yönetmenliğinde çekilmiş, 2019 yapımı bir İspanyol filmidir. Film, dikey şekilde tasarlanmış bir hapishanede geçen olayları konu edinmiştir. Ancak bu hapishane bildiğimiz hapishane kavramından biraz farklıdır. İçeridekilerin hepsi bir suç yüzünden girmiş değildir. Bazıları bu merkeze ya gönüllü girmiştir ya da onlara sunulan alternatifli tercihler sonunda girmiş olduğu için mahkumiyet kavramı bildiğimizin dışında bir anlam da barındırır. Filmin ana karakteri Goreng, kendisine altı ayın sonunda dışarıda ihtiyaç duyduğu yüksek eğitim sertifikası/diploması teslim edilmesi koşuluyla bu hapishaneye gönüllü girmiştir.


Bu hapishanede her kat bir seviyeye karşılık gelmektedir. Her seviyede bir hücre ve her hücre içinde de iki kişi bulunmaktadır. Seviyelerin yukarıdan aşağı doğru numaralandırıldığı bu hapishanede tüm hücrelerin zemininde aynı hizada dikdörtgen biçimli bir delik vardır ve yiyecek ihtiyacı bu delikte yukarıdan aşağı doğru hareket eden bir “platform” ile sağlanır.


Platforma en üst kat olan 0. katta, mahkumların girişte belirttikleri en sevdikleri yiyeceklerden oluşan mükellef, devasa bir sofra hazırlanır. Sonrasında platform günde sadece bir kere, 1. kattan başlayarak ve her katta kısa bir süre durduktan sonra aşağı doğru iner. Her kat, bir önceki kattan “arta kalanı” yer. Haliyle yukarı katta bulunanlar şanslı kesimdir. Önlerine daha dolu, daha az dokunulmuş bir sofra gelir. Yüzlerce katı olan ama tam kat sayısı belirsiz olan bu hapishanede bir yerden sonraki alt katların ise yemek konusunda hiç şansı yoktur çünkü üst katlardakiler sofrada ne var ne yoksa hunharca yer bitirir hatta yiyemediklerini de talan ederler.




Tüm dünyayı tehdit eden küresel virüs salgınından çok önce çekilen, çok uzak olmayan bir distopik gelecekte gerçekleşen, doğal ve yaşam kaynaklarımızın tükenmesi üzerine örtülü bir metafor içeren bu filmin fırsat eşitliği ve sınıf mücadelesiyle ilgili anlatmaya çalıştığı şeyler artık görüyoruz ki çok da ütopik bir dünyayı resmetmiyor.

The Platform filmi bir sistem eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor. İnsanoğlunun doğasına, sosyoekonomik farklara, üsttekiler (zenginler) ile alttakilerin (fakirlerin) mücadelesine, herkesin kendi çıkarlarını düşünmesine, sosyal demokrat bir ortamda rasyonel olarak hareket ettiklerinde kimsenin açlıktan ölmeyeceği gerçeği apaçık ortadayken kapitalizmin vahşi yüzünü tercih etmelerine kadar birçok eleştiriyi konu alıyor. Distopik bir düzene sahip hapishane ile aslında benzetmeler yoluyla yapılmış bir kapitalist sistem, doymak bilmez insan eleştirisi yapılıyor. Gelin filmdeki bu benzetmeleri birlikte inceleyelim.

🔸 Mahkumların neden daha yüksekte veya daha aşağıda olduklarına dair belirleyici ve kesin bir kural yoktur. Ama yine de hiyerarşik bir düzende üst katta olanlar her zaman olmaları gerektiği yeri kazandıklarını düşünür. Bunun da ötesinde, her kattaki mahkum, bulunduğu kat fark etmeksizin üstündeki ve altındaki kişilerin varlığı nedeniyle sahip olmaları gerektiği şeyi kaybettikleri için kendilerinden başka herkesi bir düşman olarak görür ve zamanı gelince her birinin güçlü bir tekme yemeyi hakkettiklerini düşünür.

Üst seviyelerdeki insanlar dünyanın kaymak tabakasını, dünya nimetlerinden doyasıya faydalanabilen, yediği önünde yemediği arkasında zenginleri temsil etmektedir. Alt katlardakiler ise ellerine ulaşan kıt kanaat imkanlarla yaşam mücadelesi veren yoksul kesimi temsil eder.  


🔸 Kural olarak sadece platform o katta durduğu sürece bir şeyler yenebilir. Daha sonra yemek üzere kenara bir şeyler ayırmak, stok yapmak yasak. Fazladan bir elma dahi alındığı taktirde hücre öldürücü derece ısınmaya ya da dondurucu derecede soğumaya başlıyor. Bu kural bana hem dünyadan göçüp giderken yanımızda bir şeyler alıp götüremeyeceğimizi anımsattı hem de ortada yeterli kaynak varken birilerinin haksız yere stok yapması yüzünden bir başkasının ölümüne yol açacağı gerekçesiyle sistemin düzeni sağlamak amacıyla koyduğu bir kural olduğunu düşündürdü.

“Ben, hiçbir ölünün mezara dünya malı götürdüğünü işitmedim” -Don Kişot

Ayrıca -senarist, yönetmen muhtemelen bunu düşünerek bu ayrıntıyı eklememişlerdir ama- “İnsanoğlunun kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde doğal denge, düzen bozuldu.” 30-Rum/41 ayeti de aklıma gelmedi değil :) Bu ayet, insanların doğal dengeyi bozmaları, doğa yasalarına aykırı davranmaları yüzünden başlarına gelen felaketleri anlatıyor. Küresel ısınma gibi… Filmde, yönetim tarafından adaleti sağlamak üzere konmuş bir kural çiğnenince aşırı sıcağa ya da soğuğa maruz kalarak kendi sonlarını getirmeleri bu örneğe benzemiyor mu? 


🔸 Belli bir kattan sonrakilere platform bomboş ulaştığından alt katlardaki insanlar hem gerçek hem de mecaz anlamda birbirlerini yiyorlar. Seviye düştükçe barbarca yöntemlerin ve orman kanunlarının geçerli olduğu katlarda cinayetler işleniyor, yamyamlık, hastalık ve delilik ortalarda kol geziyor. Çünkü ellerine günlerce yiyecek ulaşamayınca, bu insanlar için hayatta kalmanın tek yolu birbirlerini öldürüp yemek oluyor. Bu durum da yoksul kesimin yaşam mücadelesinde kaynak arayışı içindeyken girdiği hengameye benziyor. Ve filmin bir yerinde, eskiden yönetimde olup da sonradan hücreye giren biri, yeterli yemeğin olmadığını düşünen filmin ana karakterine bakın ne diyor:


Yönetimdeki kadın; yetersiz yemek gönderildiği iddiasının doğru olmadığını söylüyor. Girişte herkese sorulan en sevdikleri yemeklerden oluşan ve herkesin sadece doyacağı kadar yemesi halinde, herkese yetecek miktarda yemek içeren bir platformun gönderildiğini söylüyor.

Bu benzetme gerçek dünya düzenine o kadar manidar bir eleştiri getiriyor ki… İzlerken Hugo Chavez’in şu sözleri aklıma geldi:

“Yoksulluğun ilahi bir plan olduğu büyük bir yalandır. Tanrı açlık ve yoksulluk isteseydi denizde balık, ormanda meyveler ve insanlık yararına nice şeyler armağan etmezdi. Evet Tanrı, insanların ulaşabileceği ve herkese yetecek kadar zenginliği tüm insanlara sunmuştur ama birileri bunların çoğunu almak için 'Tanrı sizlere yoksulluk karşısında sonsuz ve mutlu hayat verecek' demektedir. Yoksulluk arttıkça ve Tanrı'nın herkes için verdiği zenginliklere birileri daha fazla el koydukça Tanrı adına konuştuğunu ileri sürerek yoksulluk karşısında “Sus” diyen din adamları da çoğalmaktadır.”

Hugo Chavez’in burada eleştirisinin hedefi din istismarı ile halkın sırtından geçinen, kendi ceplerini doldurup milleti soyup soğana çeviren kesimdir ancak öz aynıdır. Dünya üzerinde herkese yetecek kadar kaynak mevcuttur ancak birileri pastadan, ihtiyacından ve hakkı olandan daha fazlasını almak istediği için kimilerine hiçbir şey kalmamaktadır. Yani yoksulluk; ilahi bir plan veya kader değildir, gözü doymak bilmeyenler yüzünden ortaya çıkmış bir adaletsizliğin sonucudur. 0. kat dünya nimetlerini bahşeden olarak düşünülecek olursa, yaratıcı aslında bizlere mükemmel bir sofra sunmaktadır ancak onu mahveden, adil şekilde paylaşmayan, talan ederek ziyan eden insanoğludur.

Filmin bu noktadaki mesajını özetler nitelikte bir ayet:

"Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?" 16-Nahl/71

🔸 Hücredekiler bulundukları katlarda birer ay kalıyorlar. Bir aylık süre tamamlandıktan sonra gaz ile uyutuluyorlar ve uyandıklarında kendilerini herhangi başka bir katta buluyorlar. Bu kat önceki katlarından çok daha aşağısı da olabilir, yukarısı da. Yani önceki güne göre yarın çok daha bolluk içinde de uyanabilirler, yokluk ve sefaletin ortasına da gözlerini açabilirler. Sonrasında önceki konumlarına göre nasıl bir davranış değişikliği içine girdiklerini gözlemliyoruz. Çok aşağı katlardan yukarı katlara çıkmış birini görünce, onun yukarıdakilerin açgözlülüğü yüzünden açlık günlerini deneyimlemiş olduğunu düşünerek üst katlarda daha vicdanlı davranmasını bekliyorsunuz haliyle. Kendi payına düşeni yiyip aşırılığa kaçmadan, kalanı ziyan etmeden aşağı göndermesini umuyorsunuz. Ancak gerçekte nasıl olduğunu tahmin etmek zor değil…

Diğerlerine göre vicdanlı biri olan ana karakter bir keresinde 7. kattayken bir diğer mahkumu sadece payına düşeni yemesi konusunda uyardığında aldığı cevap kelimesi kelimesine hatırlayamasam da şu şekilde oluyor “Ben geçen ay 88. kattaydım. Açlığı yeterince tattım. Şimdi sıra onlarda. 7. kattayken böyle bir fırsat kaçırılır mı?  Benim buradan çıkardığım birkaç mesaj var:

İlki; sınanmanın sadece yoklukla/zorluklarla olmadığı, insanların varlıkları ile de -bu varlıklarını ne şekilde yönetecekleri, neye kullanacakları konusunda da- sınandığı gerçeğidir. Nitekim varlık imkan demektir, söz sahibi olabilmek demektir, güç demektir. Elde ettiği gücü neyde kullanacağı, söz sahibi olduğunda o sözleri ne için sarf edeceği, elindeki imkanlarla dünyada yolunda gitmeyen işlerin değişmesi için mi mücadele edeceği yoksa o imkanları keyif çatmak sefa sürmek için mi kullanacağı ile sınanır insan.

Daha önceden bu konuda okuduğum çok güzel tespitleri olan “Sadece Zorluklarla mı İmtihan Oluruz?” başlıklı yazının linkini buraya ekliyorum. Okumanızı öneririm.

“Her nefs/canlı ölümü tadacaktır. Sizi iyilikle ve kötülükle imtihan ederiz. Ve bize döndürüleceksiniz.21-Enbiya/35

"İyilikle de imtihan edeceğini söylüyordu Allah. Sonra düşündüm. Adil olan da buydu zaten. Tüm ömrünü sefaletle hastalıkla geçiren biri ki kendi elinde olmayan sebepler yüzünden bu haldeyse, bu onu daha şanssız yapmamalıydı zenginlik içinde doğmuş bir çocuktan."

“…Doğrusu bu nimetler de musibetler de insanı denemek için bir imtihandır…” 39-Zümer/49

Çıkardığım ikincisi mesaj ise kimsenin mutlak güç sahibi olmadığından bugünkü konumuna, malına mülküne, şanına şöhretine güvenmemesi gerektiği gerçeğidir. Bugünkü para babalarının yarın dibe vurma ihtimalleri, bugünkü yoksulların yarın büyük bir mal varlığıyla, makamla… karşı karşıya kalma ihtimalleri vardır. İçinde bulunulan durum sonsuza kadar öyle kalmayacaktır.

Bir Afrika atasözü der ki: “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne gücüne güvenmemeli. Çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.”

Mal varlığı, gençlik, güzellik/yakışıklılık, makam, mevki gelip geçicidir. Baki kalan insanın kendi seçimleridir (özgür iradesiyle kendi seçimlerini yönettiği aklı). İşte bu kendi seçimlerinin filmde temsili bir karşılığı vardır. Her mahkumun hücreye girerken yanlarına alacakları “tek bir nesne” seçme hakları vardır. Seçtikleri nesne insanların kişiliklerini de yansıtır. Örneğin ana karakterin seçtiği nesne Cervantes’in “Don Kişot” romanıdır. İlk hücre arkadaşının nesnesi kestikçe kendini bileyen bir samurai bıçaktır. Kimisi keman seçer, kimisi evcil bir hayvan… Zaman değişir, seviyeler değişir ama nerede olurlarsa olsunlar bu nesne hep onlarla baki kalır.

Goreng’in seçtiği nesnenin Don Kişot olması da ayrıca anlamlıdır. Diğerleri bıçak, kesici aletler gibi eşyalar alırken her akşam kitap okuyan naif ve bu hapishanedeki adaletsizlikler karşısında çok zorlanan bir ana karakter ile karşı karşıya kalıp kendimizi onunla çabucak eşleştirebiliyoruz. Goreng’in neden bu kitabı seçtiği ile ilgili filmde bilgi verilmiyor ancak Don Kişotu’u okuduysanız bunu tahmin etmek zor değil.

Don Kişot karakteri, yel değirmenlerine karşı yaveri Sanço Panza ile birlikte savaşır. Goreng, filmin sonlarına doğru Sanço Panza yerine koyduğu Baharat ile birlikte kim olduğunu, neden bu acımasızlığı yaptığını bilemediği ve hiç göremediği yöneticilere (yel değirmenlerine) karşı savaş açıyor. Çobana hakkını vermeyen toprak ağası ile mücadele ediyor. Önceleri etliye sütlüye karışmayan Goreng, filmde sık sık kullanılan “değişim asla spontane değildir” sözüne de uyarak, Matrix'teki Neo misali, kendisinden beklenilmeyen bir güce, kararlılığa doğru evriliyor. Don Kişot ruhuna bürünen Goreng kaybedeceğini bilse de cesaret kalkanını kuşanıyor. 


🔸 İnsanların adaletsizliğinden rahatsızlık duyan ve diğerlerinden daha sağduyulu olan ana karakter Goreng’in içinde bulunduğu adaletsizliği önlemek ve bir şeyleri değiştirebilmek adına iki büyük girişimi oluyor. İlki yönetimdeki kadının hücre arkadaşı olmasıyla başlıyor. Esasında bu girişim kadının girişimidir. Kadın, seviyeler arası kendiliğinden bir dayanışmanın gerekli olduğunu savunur. Ve şöyle bir uygulama yapmaya çalışır:


Kadın olumsuz bir dönüt almasına rağmen “Er ya da geç mantıklı düşüneceklerdir.” diyerek porsiyon hazırlamayı günlerce sürdürüyor. Kadının başarısızlığını gören ve bu işin zor kullanmadan hallolmayacağını söyleyen Goreng bir süre sonra ona destek oluyor ve aşağıdakileri tehdit ederek onları bu fikre ikna(!) edebiliyor. Ancak onlar bunu yaparlarken 33. kattaydılar ve tehditleri yalnızca kendilerinden alt kattakiler için geçerliydi. Üst katlardakilere zor kullanamadıkları için onlarda bu değişimi gerçekleştiremediler. Sonraki ay kendilerinin çok aşağı katlardan birinde uyanmaları ve kadının intihar etmesi üzerine bu uygulama son bulmak zorunda kaldı. Çünkü diğer hücrelerdekileri bu işin gerekliliğine inandırabilmiş ve onları gerçek anlamda ikna edebilmiş değillerdi. İçselleştirilmeyen, zor kullanarak uygulamaya konan her şeyin; zor ortadan kalkınca bozulması gibi bu uygulama da son buldu.

İkinci girişimi ise bir ay gözlerini açtığında kendini 6. katta bulmasıyla başlar. Hücre arkadaşı Baharat adında biridir ve Baharat da içinde bulundukları adaletsizlikten rahatsızdır, bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünür ancak bunun için cesarete ihtiyacı vardır. Bu cesareti ve desteği ona Goreng verecektir. Goreng’in aklına bir fikir gelir ve aralarında şu konuşma geçer:



6. katta oldukları için platform onlara bir hayli dolu gelir. Yani o pozisyondayken güç sahibi konumdadırlar. İsteseler bir aylığına günlerini gün edip doyasıya, tıka basa istediklerini yiyebilirler. Ancak onlar ellerindeki gücü daha adil bir düzen sağlayabilmek ve kökten çözümler üretebilmek adına mücadele etmek için kullanmayı seçerler. Başta 6. kattayken aşağı inmek Baharat’a delilik hatta intihar gibi gelse de Goreng daha sonra onu ikna eder.

Buradan benim anladığım şudur; alt tabakalardakilerin mağduriyetlerinin yukarıya yani yönetime bildirilebilmesinin yolu, ellerinde imkanları bulunan görece çok daha rahat bir grup insanın, bazı riskleri göze alarak rahatlarını terk edebilmelerine bağlıdır. Bunun örneklerini çokça görmekteyiz. Örneğin sosyal medyada hepimizin yakından tanıdığı bazı ünlüler var, kendi rahatları yerinde olmasına rağmen yüksek empati düzeyine sahip olup alt katlardakilerin de refahı için uğraşan, gerekirse bunun için bazı otoritelerle zıt düşmek zorunda kalan… Hatta biri de yine bir “platform” ile yapıyor bunu (Bu da mı tesadüf :) )


“Onlara, Allah'ın size verdiği şu rızıktan, O'nun uygun gördüğü yerlere ve kimselere harcayın denildiğinde, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, inananlara derler ki: “Dilese, Allah’ın doyurabileceği kimseleri biz mi doyuralım yani?” Gerçekten siz böyle düşünmekle, apaçık sapıtmış kimselersiniz.” 36-Yasin/47

Dünyada sosyal, finansal ve politik bir kaosa neden olan coronavirüs pandemisi karşısında yaşadıklarımız, Platform’un ele aldıklarından çok da farklı değil. Herkesin konforundan birazcık ödün vererek üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi halinde (evde kalmak, hijyen kurallarına maximum özen göstermek gibi) kısa sürede en az kayıpla atlatılabilecek bir salgın, rahatından, zevklerinden ve çıkarlarından ödün vermek istemeyenler yüzünden önü kesilemez bir “pandemi” haline geliyor. Yine kendinden başkasını düşünmeyenler panikle stokçuluk yapıp kaynaklara başkasının ulaşımını engelleyerek dengeyi bozuyorlar. Salgın nedeniyle ekonomik açıdan mağdur olan birçok insan için son günlerde başlatılan sosyal sorumluluk projeleri ve bağış kampanyaları ise Platform’da üst seviyelerde bulunanların daha az yiyerek ve ortadakini çarçur etmeyerek aşağı katlara ulaştırmaya çalıştığı bir dayanışma örneğini andırıyor. Topluluk, sorumluluk ve hayatta kalma konusunda güçlü bir benzetme olan Platform, tam olarak şu anda, içine düştüğümüz bu duruma farklı bir açıdan bakabilmemizi de sağlıyor.

Bir buçuk saatte dünya düzenini çok net bir şekilde anlatan ve insanın başına gelebilecek en kötü şeyin diğer kötü niyetli insanlar olduğunu gözler önüne seren film harika başlıyor, seyirciyi merak ettirerek ilmek ilmek işleniyor fakat ne yazık ki sonu iyi bağlanmıyor. Sonunda film boyu merak edilen birçok şey havada kalıyor ve ne olduğu tam olarak anlaşılmayan bir şekilde bitiyor.

“Zalim ve cimri biri, fakir ama cömert bir adamın verdiklerinin aşağı yukarı aynısını verir. Ama fakir adamın, vereceği bir şey kalmadığında bile, en azından sunabileceği iyi niyeti vardır.” -Don Kişot


Not: Film’de fazlaca vahşet ve gerilim sahneleri mevcuttur. İzlemek isteyenlerin bunu göz önünde bulundurmaları gerekir.

Yorumlar