İslam’da Savaş Ne Değildir? Harp Hile midir?

HARP NEDİR?


Milletlerarası münasebetlerde krizlere yol açan anlaşmazlıkların diplomatik girişimler, ara buluculuk ve tahkim başta olmak üzere barışçıl yollarla veya misilleme, abluka, ekonomik ambargo gibi yaptırımlarla giderilememesi durumunda söz konusu olan en şiddetli ilişki biçimidir. Modern devletler hukuku doktrinine göre “tarafların çıkarları doğrultusunda birbirlerine isteklerini zorla kabul ettirmek amacıyla ve devletler hukukunca öngörülmüş kurallar çerçevesinde iki veya daha fazla devlet arasında yapılan silahlı mücadele” şeklinde tanımlanan savaşın İslam geleneği ve hukuku söz konusu edildiğinde daha farklı bir zemine sahip olduğu görülmektedir.

İslam’a göre savaş, yayılmacılık güdüsüyle çıkar sağlama ve sömürme amacına değil; dine ve inananlara yönelik düşmanca girişimleri bertaraf etme, barış için gerekli ortamın oluşmasını sağlama, bu ortamı bozanlara engel olma, gerekirse cezalandırma ve sonuçta temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma amacına yöneliktir.1 Peygamberimiz (a.s) , ganimet elde etme veya kahramanlık duygularını tatmin etme ya da şöhrete ulaşma kaygısıyla yapılan savaşları açıkça yermiştir.2  (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)



İSLAM’DA HARBE NE ZAMAN İZİN VERİLİR?

Kur’an-ı Kerim’de insan ilişkilerinde “barış” esastır. Esasında İslam dini kelime anlamı olarak dahi “barış” anlamına gelmektedir. İslam sözcüğü Arapça’da “s-l-m” kök harflerinden oluşan “selam (سلام)” kelimesinden türer. Selam “barışık olma, sağlık, selamet, huzur, güvenlik” anlamlarına gelir. “İslam barış dinidir” söylemi tamamıyla yerli yerinde bir söylemdir. Kur’an’da inananlara hitaben hep birden barışa girmeleri emredilmektedir (Bakara-2/208). Eğer karşı taraf barışa yanaşırsa Hz. Peygamber’den de barışa yanaşması istenmektedir (Enfal-8/61).

“Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.”  2-Bakara/193

Öte yandan; insanlık tarihinde bağımsız siyasal organizasyonların kurulup toplumların birbiriyle ilişki kurduğu ilk dönemlerden itibaren çıkar çatışmaları, güç dengeleri ve dinî-ideolojik sebepler ekseninde düşmanca tutumlar gündeme gelmiştir. Bu durum, aslında insan tabiatında mevcut olan ve ilk defa Hz. Adem’in oğulları arasında baş gösteren3 bir düşmanlık olgusunun milletlerarası hüviyet kazanmış şeklidir. İbn Haldûn’un deyimiyle savaş insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve doğal bir gelişmedir.4 Başka toplumları kendi egemenliği altına alma, mal ve zenginliklerine el koyma, sömürme, ilahî mesajın insanlara ulaşmasını engelleme yönündeki faaliyetler tarih boyunca hep devam etmiş, hak ve batılın mücadelesi hep var olmuş,5 dolayısıyla İslamiyet’te sömürü ve zulmü önleme ve insanlığın huzurunu temin için belli bir aşamadan sonra silahlı mücadele meşrû kabul edilmiştir.

Kur’an’da insan canına kast etmek yasaklanmıştır. Genel kural budur. Ancak eğer Allah savaşla ilgili bir istisna koymasaydı çok absürt olurdu. Bu durumda sizin canınıza kast edilmesi halinde pasifist bir tutum sergileyip canınızdan olurdunuz. Allah barışı övüyor, insanların barış içinde olmasını istiyor ve öğütlüyor ama aynı zamanda Kitap’ta gerçekçi bir yaklaşım olduğu görülüyor. Allah, insanların her zaman barış içinde olmayacağını da biliyor ve barış olmama durumunda, size saldırılması durumunda nasıl karşılık vermeniz gerektiğini de öğretiyor.

“Mescid-i Haram’da onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin. Eğer sizinle çarpışmaya girerlerse siz de onlara karşılık verin.”  2-Bakara/191

“Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın. Çünkü Allah sınır tanımaz azgınları sevmez.”  2-Bakara/190

“Zulüm, baskı, bozgunculuk ve kavga kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.”  2-Bakara/193

“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkartmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez… Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardımcı olan kimselerle dost olmaktan yasaklar.” 60-Mümtehine/8, 9

“Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılanlara savaş izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir.”  22-Hac/39

“…O halde azgınlık edip size saldıranlara, size saldırıldığı şekilde ve ölçüde saldırın.”  2-Bakara/194

“(Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.”  9-Tevbe/13


Ayetlerden de görüldüğü üzere Allah’ın savaşa izin verdiği durumlar;

a) Meşru savunma
b) İnsan temel hak ve özgürlüklerini, din hürriyetini güvence altına alma
c) Antlaşmaları bozanları ve hainlik yapanları cezalandırma
e) İslam topraklarını yabancıların saldırılarından koruma gibi durumlardır.

Keyfi olarak saldırıya geçmeye, huzur ortamını bozmaya, bozgunculuk çıkarmaya, toprak ve ganimet elde etme hırsıyla işgalde bulunmaya, baskı ve zorbalıkla dinlerini kabul ettirmeye çalışmaya Allah tarafından açıkça izin verilmemiştir. Çünkü Allah, insanların inanç ve ibadet konularında özgürce seçimlerini yapmalarını istemektedir ve daima barış halinde bulunmayı öğütlemektedir. Yani İslam’da savaşın temel amacı esasında barışı muhafaza etmektir, barışa zarar getirecek unsurlarla mücadele etmektir.

“Sen onlara zorbalıkla, diktatörlükle İslâm'ı kabul ettirmeye çalışacak değilsin. O halde sen, benim uyarımdan korkanlara, bu Kur'an vasıtasıyla hatırlatmada bulun, Kur'an ile öğüt ver.”  50-Kaf/45

“Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?”  10-Yunus/99

“Yüz çevirirlerse biz seni onlar üzerine bekçi olarak göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.”  42-Şura/48

“Dinde baskı, zorlama ve mecbur etme yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur.”  2-Bakara/256

“De ki: Rabbinizden gerçek ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin!”  18-Kehf/29

“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.”  88-Gaşiye /21-22





KUR’AN’A GÖRE SAVAŞTA BAŞARILI OLMANIN KURALLARI NELERDİR?

*Adetullah'a Uymak (Allah’ın Yasalarına Uygun Hareket Etmek)

Yüce Allah’ın insanlık alemi için koyduğu fiziksel, biyolojik, jeolojik, sosyolojik… kanunlar vardır.

Örneğin; fay hattı üzerine yerleşim yerleri kurarsanız, küçük bir sarsıntıda inşa ettiğiniz yapılar yıkılır, bedelini mallarınızla ve canlarınızla ödeyebilirsiniz. Bu Allah’ın jeolojik yasalarındandır.

Normal şartlar altında bir bebeğin anne karnında gelişimini tamamlaması ve dünyaya gelmesi için gerekli süre dokuz ay on gündür. Bu süreyi tamamlayamadan doğan bebeklerin türlü organ yetmezlikleriyle dünyaya gelmesi, bağışıklık sistemlerinin zayıf olması ve dolayısıyla sık sık çeşitli hastalıklara yakalanması muhtemeldir. Bu Allah’ın biyolojik yasalarındandır.

Çalışan, emek veren kazanır. Azmeden başarır.6 Bunlar Allah’ın sosyolojik yasalarındandır. İslam dininin mensubu olmak, herhangi bir konuda ya da savaşta kazanan tarafta olmak için yeterli değildir. Nitekim Hz. Muhammed, Allah’a tevekkülle beraber Allah’ın yasalarına uygun hareket etmekten geri kalmamıştır. Mesela, Uhud'da iki zırh giymiş,7 Hendek Savaşında hendek kazmış, sipere girmiştir... “Nasıl olsa ben Allah’ın elçisiyim, ordumuz Müslüman bir ordu, biz ne yapsak da Allah bize her halükârda yardım eder.” diyerek üzerlerine düşen görevi yerine getirmeyip sorumsuzluk yapmamışlardır. Nitekim Peygamberimizin (a.s) bu tavrı aşağıdaki şu ayette bildirilen Allah’ın öğütlerine uymasındandır.

“O halde onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın ki, bununla hem Allah'ın hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarf ederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.”  8-Enfal/60





* Tedbiri Elden Bırakmamak

Tedbirli olmanın önemini, hicretin 3. Yılında Mekke'deki Ebu Süfyan'ın ordusu ile Medine'deki Müslümanlar arasında, Uhud dağının eteklerinde vuku bulan “Uhud Savaşından” bir örnekle açıklamak istiyorum. (Kur’an’da Uhud Savaşı ile ilgili pasaj Al-i İmran Suresinde, 121-168. ayetler arasında anlatılmaktadır.)

Mekke müşrikleri Bedir Savaşı yenilgisini unutamamışlar ve Medine’yi basıp Hz. Muhammed ve beraberindekileri yok etmeyi planlamışlardı. Bedir Savaşı’ndan bir yıl sonra, Ebu Süfyan komutasında üç bin kişilik güçlü bir orduyla Medine’ye yürüdüler. Allah’ın Elçisi’nin kuvvetleri, onların dörtte biri kadardı. Savaş, Medine yakınlarındaki Uhud Dağı eteklerinde başladı. Peygamberimiz (a.s) en uygun şekilde askerlerini yerleştirmiş, stratejik bir konumu olan Ayneyn geçidine ise Abdullah b. Cübeyr komutasında elli kişilik okçuları görevlendirmiş ve onlara şöyle talimat vermişti: “Ne şart ve durum olursa olsun benden ikinci bir talimat gelene kadar asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yabani kuşlar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.”8 Görüldüğü üzere Peygamberimiz (a.s) okçulara çok açık bir talimat ile; yenilgiye uğradıklarını da görseler, kazandıklarını da görseler tedbir amaçlı o tepeyi terk etmemelerini öğütlemişti. Onları uyarmış, bir yönü ile savaşın neticesinin o tepenin korunmasından geçtiğini onlara beyan etmişti. Tedbiri elden bıraktıkları an başlarına kötü şeyler gelebileceğini öngörmüştü. Başlangıçta Müslümanlar müşrikleri bozguna uğrattılar. O sırada, Ayneyn tepesinden savaş meydanındaki bu gelişmeleri seyreden okçulardan bazıları: “Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!”9 diyerek, Hz. Peygamber’in (a.s) tedbiri elden bırakmama üzerine olan talimatına uymayıp, meydana inip ganimet toplama hevesine kapılmışlardı. O ana kadar tepeyi gözetleyen ve o tepe ve geçit korunduğu müddetçe, İslam ordusuna arkadan saldırılamayacağını bilen Mekkelilerin süvari birliğinin komutanları, süvarileriyle o tepeye doğru hücuma geçti. Bunun üzerine Müslümanlar arkadan kuşatıldılar ve toparlanan düşmanın saldırısıyla mağlup duruma düştüler.

Sonuç olarak, tevekkül gereğince önce tedbirini alıp sonra Allah’a güvenmeyi öğütleyen Kur’an’ın ve Peygamberimizin (a.s) öğüdüne uyulmadı. “Tedbirli olma” kısmı göz ardı edilince ordunun Müslüman olması ve Allah yolunda bir savaş olması, savaşta galip gelmeleri için yeterli olmadı.

Bir başka tedbir örneği de Hz. Yakub’un oğullarını işgal altındaki bir şehre gönderirken, şehre topluca bir yerden değil ayrı ayrı kapılardan girmelerini öğütlemesidir. Yeterince uzayan bu yazımı daha fazla uzatıp siz değerli okuyucuları yormamak adına burada ayrıntılı bir biçimde bahsetmiyorum. Daha önceden bu konuyu “Nazar Hak mıdır? Batıl mı?” başlıklı yazımda ele almıştım. Merak edenler buraya tıklayarak yazıma ulaşabilirler.



* Donanımlı Olmak, Savaşın Kurallarını İyi Bilmek, Mahir Eleman Yetiştirmek

Savaş, türlü stratejiler uygulamak gerektiren kompleks bir durumdur. Planlı programlı hareket etmek gerekir. Bir A planı geliştirilerek uygulanmaya konur, olası durumlara karşı B, C planları geliştirilir. Birlik halinde hareket etmek ve iyi bir komuta gerektirir. İnsanların başına buyruk hareket etmesi kargaşa ortamı yaratır ve yenilgiye sebep olabilir.

Savaşlarda galip gelmenin en önemli yollarından biri de işini iyi bilen insan yetiştirmektir. Yol, yordam, yöntem bilen, cesur, mahir azınlık ordular; nice çoğunluk ordulara galip gelmişlerdir. Kur’an’da geçen Tâlût kıssası buna güzel bir örnektir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde geçen “Tâlût” maddesinde aşağındaki bilgiler verilmiştir:
         
“Kur’an’ın ifadesine göre İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Hz. Mûsâ’dan sonra gelen bir peygamberden Allah yolunda savaşmaları için kendilerine bir kral tayin etmesini isterler. Bu peygamber onlara Allah’ın kral olarak Tâlût’u seçtiğini haber verir. Fakat onlar bu göreve kendilerinin daha lâyık olduğunu ileri sürerek Tâlût’un krallığına karşı çıkarlar. Peygamber de onlara Allah’ın Tâlût’u üstün kıldığını, ona ilim ve beden gücü verdiğini söyler; ayrıca onun hükümdarlığının işareti olarak içerisinde “sekîne” ile Mûsâ ve Hârûn ailelerinden kalan eşyanın bulunduğu tabutun (ahid sandığı) geri verileceğini ve tabutu meleklerin taşıyacağını bildirir (Bakara 2/246-248) İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Tâlût’un kral soyu Yehûda’dan veya peygamber soyu Levi’den gelmediği, ayrıca bir sucu veya derici olduğu gerekçesiyle krallığına itiraz ederler. Peygamber krallık konusunda ilim ve kudretin soy ve zenginlikten daha önemli olduğunu, Tâlût’a da bu hususta üstünlük verildiğini belirtir. Âyette geçen “ilim ve bedence genişlik” ifadesi Tâlût’un özellikle askerî konularda çok bilgili, aynı zamanda heybetli ve yakışıklı olduğu şeklinde yorumlanmıştır.”10

"Nice az topluluklar, nice çok topluluklara Allah'ın izniyle galip gelmiştir."  Bakara-2/249

Ayete iki açıdan bakılabilir. Donanım, bilgi, teçhizat, işinin ehli olma bakımından daha üstün olan az sayıdaki topluluklar (kaliteli az insan toplulukları), çokluk açısından üstün olan topluluklara karşı başarı elde edebilirler. Öte yandan, az sayıda olsalar dahi Allah’ın rızasını kazanmak, evrensel insani değerleri ayakta tutmak amacıyla yola çıkan takvalı insanlara Allah’ın desteğini esirgemeyeceği su götürmez bir gerçektir. Her iki açıdan bakıldığında da şu sonuç çıkartılabilir: “Nitelik niceliği yener.”



İSLAM’DA SAVAŞ HUKUKU



Ahmed b. Hanbel’de geçen bir hadis rivayetine göre peygamberimiz şöyle demiştir: "Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet-ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder etmeyiniz."11

İslâm’da inanç, ibadet, hukuk ve ahlâk kuralları kaynak ve hedef bakımından bir bütünlük arz ettiği için daha çok psikolojik gerilimlerin hâkim olduğu savaş ortamında bile Müslüman savaşçılar belli hukukî ve ahlâkî çerçeve dahilinde hareket etmek zorundadırlar. Sınırları aşmamayı emreden ayetlerle savaş sırasında serbest ve yasak olan eylemleri tek tek sayan Hz. Peygamber’in beyanları ve sahabenin uygulamaları bu yaklaşımın temel dayanaklarını teşkil etmektedir.12


Bu çerçevede İslam hukukunda benimsenen temel kurallar şu şekilde sıralanabilir:

1. Savaş halinin gerektirdiği bazı istisnalar bulunmakla birlikte genel olarak İslâm ülkesinde Müslümana helâl sayılan şeylerle haram olanlar, savaşın yapıldığı düşman ülkesinde de aynı hükmü taşır.13

2. Savaşın asıl hedefi yok etmek değil zararsız hale getirmek olduğundan öldürücü niteliği sınırlı silahların kullanılması esastır. Bununla birlikte bir ayetten (Enfâl 8/60) caydırıcılığı temin için günün savaş teknolojisini takip edip çağın silâhlarına sahip olmak gerektiği de anlaşılmaktadır. Bu ayette, gereksiz ve haksız yere kullanmak için değil kötü niyetler besleyen düşmanı caydırmak için silahlanma istendiğinden Müslümanlar, kitle imha silahlarına sahip bulunsalar da onları ilk kullanan taraf olmamakla yükümlüdürler.14



3. Savaşa bizzat veya dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, özürlüler, hastalar, yaşlılar, mâbedlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile kendi işlerini yürütmekte olan çiftçi, işçi ve iş adamlarının öldürülmesi yasaktır. Resûl-i Ekrem’in savaşlarda ölümlerin mümkün olduğu kadar azaltılması yönündeki tavsiyeleriyle,15 “Öldürme konusunda insanların en affedici olanları Müslümanlardır”16 sözü, kadın ve çocuklar dışında herkesin öldürülebileceği yönündeki görüşün17 Kur’an’ın temel ilkelerine ve Peygamberimizin (a.s) uygulamalarına aykırı olduğunu göstermektedir.

4. Düşman askerlerini yakmak veya cesetleri üzerinde tahribat yapmak yasaktır.18

5. Düşman tarafın kadınlarına tecavüz etmek ve onlarla gayri meşrû ilişki kurmak yasaktır.

6. Karşı taraf Müslüman rehineleri öldürse bile suçun ferdiliği ilkesine göre düşman rehineleri öldürmek yasaktır.19

7. Peygamberimizin (a.s) “Yağmalayan bizden değildir”20 ve “Yağma tıpkı murdar hayvan eti yemek gibidir.”21 şeklindeki uyarıları gereğince yağmalamada bulunmak kesinlikle yasaktır.

8. Beslenme ihtiyacını gidermek veya düşmanın savaş gücünü kırmak amacıyla yapılması ya da harekât zaruretinin bulunması dışında bitki dokusunu ve diğer canlı varlığını yok etmek doğru değildir.22

9. Yapılan bütün anlaşmalara ve akitlere titizlikle saygı gösterilmelidir. Çünkü Peygamberimiz (a.s) diğer insanlarla olan bütün anlaşmalara, bunlardan gelmesi muhtemel veya potansiyel kayıp veya kazanca bakmaksızın sadık kalmıştır. Genellikle insanlar, kendi yararlarına olduğu müddetçe anlaşmalara sadık kalırlar; fakat kendilerinin çıkarlarına ters düştüğünde ise anlaşmalarını bozarlar. İslam, Müslümanların ve İslam Devleti'nin vaatlerini, daima yerine getirmesini zorunlu görevleri arasında saymıştır:

"Bir de sözleşme yaptığınızda Allah'ın huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kefil ederek bağlandığınız yeminleri bozmayın. Hiç şüphe yok ki Allah yaptığınız her şeyi bilir. Bir topluluk, diğer bir topluluktan sayıca, nüfuzca veya malca daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılıp da ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen, böylece bütün emeğini boşa çıkaran ahmak kadının durumuna düşmeyin."  Nahl-16/91-92


Hz. Muhammed'in (a.s) savaş stratejisinin esas hedefi; kendi dinini müdafaa etmek, onun doğruluğuna ikna olanların bu dini özgürce kabul edebilmeleri için engelleri ortadan kaldırmak ve hiçbir korku ve baskı olmaksızın onun gereklerini yerine getirmek idi. Resulullah'ın hedefi, düşmanlarıyla savaşmak ve onları öldürmek değil ancak onların, kendisine ve inançlarına göre yaşamak isteyen diğer insanlara yaptıkları zorbalıkların önüne geçmek idi. 

Allah’ın Resulü; dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirebilmek, insanların ıstırap ve acılarını azaltmak, insanların temel hak ve özgürlükleri çerçevesinde insancıl bir şekilde, el etek öpmeden, kimsenin boyunduruğu altına girmeden onurluca ve özgürce yaşayabilmesini sağlamak için gönderildi. Savaşmak için gelmedi fakat belirli ilkeleri ayakta tutabilmek adına savaşa zorlandı. Bu konudaki tutumunu kendine tâbi olanlara öğüt verirken şu kelimelerle kesin bir şekilde ifade etmiştir. "Ey Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da mücadele ediniz..."23 Bu sözü kesinlikle ortaya koymaktadır ki, İslam'da barış esastır; savaş istisnadır ve düşmanlarının hareketleriyle zorunlu hale gelir. Onun için savaşmak, Peygamberimiz (a.s) için gaye olmamıştır. Savaş onun en son başvurduğu çaredir. Zira karşı cepheye daima alternatifli gidilmiş ve harp en son çare olarak zikredilmiştir.

Bir ordu komutanı olarak Hz. Peygamber'in katıldığı savaşlarda sivil halkın canına ve malına dokunulmamıştır. Esirler en iyi muameleyi görmüşlerdir. Yaralı ve hasta olanlara gereken ilgi gösterilmiş ve düşman ölüleri defnedilmiştir. Ölülerin uzuvları kesilmemiş, işkence yapılmamıştır. Savaş öncesi ve sonrası yağma ve talana tenezzül edilmemiştir. Peygamberimizin (a.s) katıldığı savaşlarda şahsi çıkar, ırk, asabiyeti, maddi menfaat, öç alma duygusu, sömürü vb. gibi cahilî duygular kesinlikle yoktur.24


HARP HİLE MİDİR?


Daha önceden birçok yerde ve muhtemelen birçok kez duymuş olduğumuz, Peygamberimize (a.s) atfedilen şu rivayete değinmek istiyorum:

“Harp (savaş) bir hiledir.”25


HİLE NEDİR?

Hile, Türk Dil Kurumu güncel Türkçe sözlüğüne göre “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika.” anlamlarına gelen Arapça kökenli bir sözcüktür.

Hileyi bu anlamıyla aldığımızda yukarıdaki rivayetin, yüce Kitab’ın evrensel ilkelerinden olan “dosdoğru, adaletli olun, sırat-i müstakimden ayrılmayın” emirlerine aykırı olduğu söylenebilir.


Bir Müslüman için dürüstlük/dosdoğru olmak yaşamının vazgeçilmez temel ilkesidir:

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…”  11-Hud/112


Savaşta bile olsa antlaşmalarına riayet et/dürüst ol:

“Ancak kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size olan ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseye yardımda bulunmamış olanlar bunun (savaş ilanının) dışındadır. Siz de onlarla olan antlaşmanızın hükümlerine antlaşma süresinin sonuna kadar uyunuz. Muhakkak ki, Allah muttakileri sever.”  9-Tevbe/4


En düşmanın bile olsa, asla haksızlık yapma:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” 5-Maide/8


En yakının bile olsa adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun; kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın zararına bile olsa… Allah için doğruları konuşan şahitler olun. Şahitlik yaptığınız kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa adaletten ayrılmayın. Allah'ın hakkı, onların her birinin hakkının önüne geçer. Hislerinize uyup, adaletten şaşmayın. Şahitliği eğer, büker veya şahitlikten kaçınırsanız biliniz ki, Allah tüm yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”  4-Nisa/135


Dürüstlük ilkeseldir, inançla ilgilidir:

“…Artık O’na yönelerek dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!”  41-Fussilet/6


İnsanların kurtuluşu dürüstlüğe bağlıdır:

“Allah dedi ki: Bu, dürüst insanlara, dürüst olmalarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”  5-Maide/119

“Kendi içlerinden birine, ‘Bütün insanlığı uyar; imana erişenlere, her bakımdan içtenlikli ve dürüst olmakla Rablerinin katında öteki herkesten ileri geçtiklerini müjdele’ diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? (Yalnızca) hakkı inkar edenler, ‘Bakın, bu (adam) düpedüz bir büyücü!’ derler.”  10-Yunus/2

“Bunun böyle olması Allah’ın, dürüstleri, dürüstlükleri sebebiyle ödüllendirmesi, uygun görürse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”  33-Ahzab/24


Dürüstlük, zor zamanlarda belli olur:

“İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze sadık kalsalardı (dürüst kalsalardı), elbette kendileri için daha iyi olurdu.”  47-Muhammed/21

“Mü’minlerden öyleleri vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar (dürüst yaşadılar). İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”  33-Ahzab/23


Çatışma durumunda da/ Yol ayrımlarında da dürüst olmak gerekir:

“Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dürüst/dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”  42-Şura/15


Yukarıdaki ayetlerden de görüleceği üzere İslam’ın temel ilkesi olan dürüstlüğün, savaş gibi istisnai bir durumda dahi terk edilmesi mümkün değildir. Allah ekstrem koşullarda doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma ruhsatı vermemiş, bunu hiçbir durumda meşru kılmamıştır.

O halde peygamberimizin “Harp hiledir” sözüyle; savaş sırasında kazanmak uğruna her türlü yalanı, aldatmayı, dolandırıcılığı, algı operasyonunu, entrikayı, tezviri, itibarsızlaştırmayı, iftirayı, ithamı, komplo ve kumpasları, kandırmayı, kurnazlık yapmayı meşru bir zemine oturtması ihtimali mümkün değildir. Çünkü bu; Kur’an’ın çizgisi, İslam’ın ilkeleri ve Peygamberimizin (a.s) uygulamaları ile bağdaşmaz. Nitekim Kur’an İslam’da savaşın çizgilerini net bir şekilde çizmiştir ve Peygamberimiz (a.s) de savaştığı savaşlarda belirli bir hukuk çerçevesinde savaşmıştır. Yönettiği orduları bu hukuk çerçevesinde yönetmiştir.

Şuna eminiz ki, Peygamberimiz (a.s) Kur’an’a aykırı söz ve davranışlarda bulunmamıştır. O’nun ahlakı Kur’an ahlakıdır.

“Sa’d İbni Hişâm'dan rivâyet edildiğine göre şöyle dedi: Ben Âişe'ye; ‘Bana Resûlullah’ın ahlâkını (yaşayışını) anlatır mısın?’ dedim. Âişe; ‘Sen, Kur’an okuyor musun? O’nun ahlâkı (yaşayışı), Kur‘ân'dan ibâretti.’ cevabını verdi.”26

O halde Peygamberimize atfedilen “Harp hiledir.” rivayetini Kur’an ışığında incelediğimizde karşımıza iki ihtimal çıkmaktadır. Eğer kast edilen hile bizim Türkçe’de anladığımız “hile” ise bu sözü peygamberimiz gerçekte söylememiştir, peygamberimizin söylediği sonradan râvilerce veya müfterilerce iddia edilmiştir. Çünkü bu söylem Kur’an’ın emir ve ilkelerine, Peygamberimizin yaşayış ve ahlakına uymamaktadır. Yok eğer bu sözü söyledi ise “hile” sözcüğü bizim dilimizdeki anlamından farklı anlamlar içermektedir. Bu yönde yaptığım uzun araştırmaları burada kısaca özetleyeyim:

“Hile” kelimesi Arapça’da bizim dilimize yansıyan bu olumsuz anlamından başka anlamlara da karşılık gelmektedir. Arapça’da “Hile” en yalın anlamıyla “çare, güç bir durumda bulunan çözüm, çıkar yol” demektir. Kelime “maharet, marifet, hüner, ince sanat, geliştirilmiş teknik ve yöntem” gibi anlamları da içerir. (Görüldüğü üzere Türkçe’deki kullanımımızdan epey farklı anlamları da vardır.) O halde “Harp; güç durumlarda başvurulan son çıkar yol, çözüm, çaredir. Geliştirilmiş teknik ve yöntem, maharet, donanım ve hüner gerektirir.” dersek yanlış demiş olmayız. (Nitekim bunların hepsinden “Kur’an’a Göre Savaşta Başarılı Olmanın Kuralları Nelerdir?” başlığı altında söz etmiştik.) Rivayetten bu anlamı çıkarmak, bu sözü Peygamberimizin (a.s) söylemiş olma olasılığını mümkün kılar ve bu anlamda söylenmiş bir rivayet Kur’an ile çelişmez hatta Kur’an mantığına son derece uyar.

“Hile” nin dilimize tamamen farklı geçmiş bir versiyonu da “hile-i şer’iyye” dir. Dilimizde bu ifadeden “işi kılıfına uydurmak, kurnazlık yapmak, (haşa) Allah’ı aldatmak” gibi manalar anlaşılır. Ancak bizim anladığımız bu anlamlar Yahudi fıkhının bir tezahürüdür. İki örnekle açıklayayım:

İsrailoğulları cumartesi gününü ibadete ayıracaklarına ve çalışmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi.27 Cumartesi gününde avlanmak yasaklanmıştı.28 Bir süre sonra cumartesi günü balıklar daha fazla gelmeye başladı. Bu bolluğu gören İsrailoğullarından bazı kurnazlar Allah'ı kandırmanın yollarını aradı ve şöyle bir çözüm buldu. Deniz kenarına havuzlar kazıp balıkların içine düşeceği çukurlar kuracaklar, pazar günü havuzdaki balıkları alacaklar, böylece cumartesi günü avlanmamış olacaklardı.29 Ancak yüce Allah’ı türlü oyunlarla, ufak hesaplarla kandırmayacakları gerçeğini göz ardı etmişlerdi.

“İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu sebeple onlara ‘aşağılık maymunlar olun!’ demiştik. Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun.”  Bakara-2/65,66


Bir diğer örnek: Yahudi fıkhında, İsrail topraklarına domuzun ayak basması haramdır. Fakat domuzun ayak basmasını bırakın, İsrail’de Avrupa’ya ihraç edebilecek kadar domuz yetiştirilir. Nasıl mı? Ayaklarını yere bastırmadan(!) Domuzların ayaklarının altına özel bir şey yerleştirip güya İsrail’e domuzları ayak bastırmamaktadırlar. Fıkra gibi değil mi?

“Hile-i şer’iyye” nin hakiki anlamı “şer’i çare” yani “hukuki çözüm” dür. Söz konusu çözüme; yine sabit hükümler, sınırlar, kurallar ve ilkeler çiğnenmeden gidilir.



KUR’AN’DA CİHAD


“Cihad” sözcüğü “cehd” sözcüğünün türevidir. “Cehd” sözcüğü, “ağır yük taşıyan hayvanın menziline ulaşabilmesi için gösterdiği çaba” yı anlatmak için türetilmiştir ve dolayısıyla sözcüğün esas anlamı “takat” demektir. “Cihad” sözcüğü işteş bir sözcüktür, “karşılıklı olarak gayretleşme” anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle “cihad”; “karşı tarafın gücüne karşı güç kullanma, güç ile mukabele etme” demektir.30

“Cihad” sözcüğü gibi bu sözcüğün türediği “cehd” sözcüğü de “müçtehid”, “mücahede”, “içtihat” gibi türevleri ile Türkçeye geçmiş bir sözcüktür ve yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda “cehd” sözcüğünü; “gayeye ulaşmak için yük altında gösterilen gayret” olarak anlamlandırmak mümkündür.

Kur’an’da 41 kez yer alan “cihad” sözcüğünün ifade ettiği kavram, İslâm dininin temel sabitelerinden biridir. Günümüz şartlarına göre de; Kur’an (bilgi) ile, mal ile, dil ile, beden ile yerine getirilir. Daha açık şekilde söylemek gerekirse “cihad”; “Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, yani Kur’an’ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır.

“Cihad” sözcüğünün anlamında “adam öldürme, düşman yok etme, ortadan kaldırma” anlamı yoktur.



Ölme ve öldürme (savaş), Kur’an’da, “kıtal” ve “muharebe” ifadeleriyle yer almıştır. “Cihad” ın her zaman yapılmasını isteyen Rabbimiz savaşa ise ancak şartlar oluşunca, yani fitneyi yok etmek, zulüm ve fesadı ortadan kaldırmak için izin vermiştir. İntikam, yağma, kişileri zorla İslâm’a sokma gibi amaçlarla savaş yapılamayacağı, Hacc Suresinin 39. ayetinden ve diğer kıtal ve muharebe ayetlerinden açıkça anlaşılmaktadır.

“Cihad” ın en güzeli ve en muteberi, ilim ile yapılanıdır. Çünkü dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Allah nezdinde değerli olmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin kişiler ve toplumlar üzerindeki etkisi şüphesiz tartışılmaz. Onun için Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onunla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad yap!” 25-Furkan/52

İslam dinin tanıtılması, Kur’an’ın tebliğ ve tebyin esasına dayanır. “İlim ile cihad” işte bu faaliyetin adıdır. Buna “Kur’an ile cihad” da denilir. Yukarıdaki ayette Kur’an ile cihadın “Büyük cihad” olarak nitelenmesi, Allah’ın “ilim ile cihad” konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

“Mal ile yapılan cihad” ise, Allah’ın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin, Allah yolunda harcanmasıdır. Bilindiği gibi artık dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile yapılan cihadın önemi de çok büyüktür.31 Nitekim Rabbimiz de cihad ayetlerinde hep malların cihad için harcanmasından söz etmiştir:

“Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız (cihad edeceksiniz). İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur.”  61-Saff/10-12

“De ki; eğer ki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, O’nun elçisinden ve O’nun yolunda mücadele etmekten (cihaddan) daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah fasıklar kavmine doğru yolu göstermez.”  9-Tevbe/24

“Müminler ancak, Allah’a ve O’nun elçisine iman edenler, sonra da şüpheye düşmeyen, malları ve canları ile Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte bunlar dosdoğru olanların ta kendisidir.”  Hucurat/15

“Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak sefere çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”  9-Tevbe/41

“Bir mazeretleri olmaksızın mücadeleden kaçınan mü'minler ile Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba gösterenler (cihad edenler) bir olamaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla üstün çaba gösterenleri, mücadeleden kaçınanlardan daha üstün bir mertebeye yüceltmiştir. Gerçi Allah tüm mü'minlere, sonuçta güzellik vaad etmiş olmasına rağmen, yolunda çaba gösterenleri büyük bir mükafaat vaad ederek, mücadeleden kaçınanlardan üstün kılmıştır.”  4-Nisa/95,96


Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Âl-i Imran; 142, Tövbe; 16, 19, 20, 73, 88, Bakara; 218, Muhammed; 31, Enfal; 72, 74, 75, Nahl; 10, Ankebut; 68, Maide; 35, 43, Tahrim; 9, Hacc; 78



Allah her fırsatta barışa çağrı yaptığı halde; Allah adına, din adına, Allahu ekber nidaları eşliğinde asmak, kesmek, kelle uçurmak yüce Allah’a ve İslam’a atılan büyük bir iftiradır. Allah hakkında yalan uydurmaktır. Bir insana iftira atmak büyük bir zulümken, Allah’a iftira atmak en büyük zulümdür!32 İslam’ın savaşta öldürülmesini yasakladığı sivilleri hedef almak, İslamî anlayışa yakışmadığı gibi insanların kafasını kesip görüntülerini bütün dünya medyasına servis etmek de Batı’nın İslam hakkında oluşturmak istediği olumsuz algıya hizmet etmektir.

Müslüman olarak bize düşen, İslam’ın saf ve temiz olan öğretilerini kaynağından doğru anlamak, İslam’ı iyi bir şekilde temsil etmek ve ona yöneltilen her türlü saldırıya gücümüz nispetinde ve Kur’an ile karşı koymaktır. Doğruya ulaştıracak olan ancak Allah’tır.




Susup geçsem gönlümün razı olmayacağı bir konuda iki cümle edeyim, bunları da yazıya dökeyim derken ortaya çıkan yazının epey uzadığının ve ne yazık ki okuyucu için yoruculaştığının farkındayım. Tamamını okuma cesareti gösterenlere teşekkür ediyorum. Azmedip buraya kadar okuyan değerli okuyucular “limon🍋” desinler. 😊



KAYNAKÇA:

1 Enfâl Suresi 8/39, 47, 56, 57,61; Kasas Suresi 28/77, 83
2 Müsned, IV, 402; Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”, 149
3 Bakara Suresi 2/36; Maide Suresi 5/27-31; A‘râf Suresi 7/24; Buhârî, “Cenâʾiz”, 33
4 Mukaddime, II, 37
5 Kehf Suresi 18/56; Mü’min Suresi 40/5; Muhammed Suresi 47/3
6 53-Necm Suresi/39, İsra Suresi/13,19
7 Tirmizi, Cihad, 17; Ebu Davud, Cihad, 68; İbnu Mace, Cihad, 18
8 A.b.Hanbel, el-Müsned, c.4, s.293
9 İbn Kesir, el-Bidaye, c. 4, s. 25
10 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Tâlût” maddesi
11 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1985, 1/300; Ebû Davud, İstanbul ts., Cihad 90, 121.
12 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Savaş” maddesi.
13 Şâfiî, el-Üm, VII, 322
14 Yaman, İslâm Devletler Hukukunda Savaş, s. 117-120
15 Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 78-79; Şevkânî, VIII, 71 vd.
16 Müsned, I, 393; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 110; İbn Mâce, “Diyât”, 30
17 Mâverdî, s. 50; İbnü’l-Arabî, I, 109; Şemseddin er-Remlî, VIII, 64
18 Buhârî, “Cihâd”, 149; Müslim, “Cihâd”, 3
19 Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, s. 48; Serahsî, el-Mebsûṭ, X, 169
20 Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 14; Tirmizî, “Siyer”, 40
21 Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 128
22 Haşr Suresi 59/5; Sahnûn, II, 8; Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 52-55; İbn Kudâme, X, 509
23 Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20
25 Müslim, Cihad, 17; Tirmizi, Cihad, 5
26 Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 163. Aynı mânadaki diğer rivâyetler için bk. Müslim, Müsâfirin 39; Ebû Davud, Tatavvu' 26; Nesâî, Kıyâmu'l-leyl 2; Dârimî, Salat 165; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 54, 91, 188, 216
27 Nisa Suresi/154
28 Tevrat’ta cumartesi yasağı: Tevrat, Çıkış, 20.bölüm, 8-11
29 Araf Suresi/163,164,165,166
30 Lisan ül Arab; c:2, s:239, 240 “chd” mad. ve Tac ül Arus; c:4, s:407 “chd” mad.
31 “Kur’an’da Cihad” başlıklı bölüm: http://www.erdemyolu.com/ibadetler/cihad/kuranda-cihad-kavraminin-kullanimi.html
32 Enam Suresi/163; Nisa Suresi/48,112,116; Lokman Suresi/13



KONUYLA İLGİLİ İZLEMELİK / DİNLEMELİK VİDEO ÖNERİLERİ

Kuran’a göre Cihad Kavramı ve Terör – Prof. Dr. Caner Taslaman

Cihad Nedir? İslam ve Savaş Ahlakı - Prof. Dr. Mehmet Okuyan


Kuran'da Savaş Ayetleri / Gandi Örneği ve Pasifizm Hakkında - Mehmet Okuyan / Caner Taslaman





KONUYLA İLGİLİ MAKALE ÖNERİLERİ:

İslam Dininde Savaş – Hakkı Yılmaz

Kur’an’da Dürüstlük - Turgut Çiftçi

Dürüstlük Bir Yaşam Biçimi – Turgut Çiftçi
http://www.hakveadalet.com/durustluk-bir-yasam-bicimi

Kuran’da Savaşla İlgili Getirilen Düzenlemeler – Doç. Dr. Hüseyin Çelik



Yorumlar

Yorum Gönder