HARP NEDİR?
Milletlerarası münasebetlerde
krizlere yol açan anlaşmazlıkların diplomatik girişimler, ara buluculuk ve
tahkim başta olmak üzere barışçıl yollarla veya misilleme, abluka, ekonomik
ambargo gibi yaptırımlarla giderilememesi durumunda söz konusu olan en şiddetli
ilişki biçimidir. Modern devletler hukuku doktrinine göre “tarafların çıkarları
doğrultusunda birbirlerine isteklerini zorla kabul ettirmek amacıyla ve
devletler hukukunca öngörülmüş kurallar çerçevesinde iki veya daha fazla devlet
arasında yapılan silahlı mücadele” şeklinde tanımlanan savaşın İslam geleneği
ve hukuku söz konusu edildiğinde daha farklı bir zemine sahip olduğu
görülmektedir.
İslam’a göre savaş, yayılmacılık
güdüsüyle çıkar sağlama ve sömürme amacına değil; dine ve inananlara yönelik
düşmanca girişimleri bertaraf etme, barış için gerekli ortamın oluşmasını
sağlama, bu ortamı bozanlara engel olma, gerekirse cezalandırma ve sonuçta
temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma amacına yöneliktir.1 Peygamberimiz (a.s) , ganimet elde etme veya
kahramanlık duygularını tatmin etme ya da şöhrete ulaşma kaygısıyla yapılan
savaşları açıkça yermiştir.2
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi)
İSLAM’DA HARBE NE ZAMAN İZİN VERİLİR?
Kur’an-ı Kerim’de insan ilişkilerinde “barış”
esastır. Esasında İslam dini kelime anlamı olarak dahi “barış” anlamına
gelmektedir. İslam sözcüğü Arapça’da “s-l-m” kök harflerinden oluşan “selam (سلام)”
kelimesinden türer. Selam “barışık olma, sağlık, selamet, huzur, güvenlik”
anlamlarına gelir. “İslam barış dinidir” söylemi tamamıyla yerli yerinde bir
söylemdir. Kur’an’da inananlara hitaben hep birden barışa girmeleri
emredilmektedir (Bakara-2/208). Eğer karşı taraf barışa yanaşırsa Hz. Peygamber’den de barışa
yanaşması istenmektedir (Enfal-8/61).
“Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse, artık zulüm
yapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.” 2-Bakara/193
Öte yandan; insanlık tarihinde
bağımsız siyasal organizasyonların kurulup toplumların birbiriyle ilişki
kurduğu ilk dönemlerden itibaren çıkar çatışmaları, güç dengeleri ve
dinî-ideolojik sebepler ekseninde düşmanca tutumlar gündeme gelmiştir. Bu
durum, aslında insan tabiatında mevcut olan ve ilk defa Hz. Adem’in oğulları
arasında baş gösteren3 bir düşmanlık
olgusunun milletlerarası hüviyet kazanmış şeklidir. İbn Haldûn’un deyimiyle
savaş insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve doğal bir gelişmedir.4 Başka toplumları kendi egemenliği altına alma,
mal ve zenginliklerine el koyma, sömürme, ilahî mesajın insanlara ulaşmasını
engelleme yönündeki faaliyetler tarih boyunca hep devam etmiş, hak ve batılın
mücadelesi hep var olmuş,5 dolayısıyla
İslamiyet’te sömürü ve zulmü önleme ve insanlığın huzurunu temin için belli bir
aşamadan sonra silahlı mücadele meşrû kabul edilmiştir.
Kur’an’da insan canına kast etmek
yasaklanmıştır. Genel kural budur. Ancak eğer Allah savaşla ilgili bir istisna
koymasaydı çok absürt olurdu. Bu durumda sizin canınıza kast edilmesi halinde
pasifist bir tutum sergileyip canınızdan olurdunuz. Allah barışı övüyor,
insanların barış içinde olmasını istiyor ve öğütlüyor ama aynı zamanda Kitap’ta
gerçekçi bir yaklaşım olduğu görülüyor. Allah, insanların her zaman barış
içinde olmayacağını da biliyor ve barış olmama durumunda, size saldırılması
durumunda nasıl karşılık vermeniz gerektiğini de öğretiyor.
“Mescid-i Haram’da onlar
sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin. Eğer
sizinle çarpışmaya girerlerse siz de onlara karşılık verin.” 2-Bakara/191
“Sizinle çarpışmaya girenlerle
Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın. Çünkü Allah sınır
tanımaz azgınları sevmez.” 2-Bakara/190
“Zulüm, baskı, bozgunculuk ve
kavga kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm
yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” 2-Bakara/193
“Allah sizi, din hakkında
sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkartmayan kimselere iyilik
etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez… Allah sizi; ancak din
hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardımcı
olan kimselerle dost olmaktan yasaklar.” 60-Mümtehine/8, 9
“Kendilerine zulmedilmesi
dolayısıyla, onlara karşı savaş açılanlara savaş izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara
yardım etmeye güç yetirendir.” 22-Hac/39
“…O halde azgınlık edip size
saldıranlara, size saldırıldığı şekilde ve ölçüde saldırın.” 2-Bakara/194
“(Ey müminler!) verdikleri
sözü bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı
savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan
korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden
korkmanıza daha lâyıktır.” 9-Tevbe/13
Ayetlerden de görüldüğü üzere
Allah’ın savaşa izin verdiği durumlar;
a) Meşru savunma
b) İnsan
temel hak ve özgürlüklerini, din hürriyetini güvence altına alma
c) Antlaşmaları bozanları ve
hainlik yapanları cezalandırma
e) İslam topraklarını
yabancıların saldırılarından koruma gibi durumlardır.
Keyfi olarak saldırıya geçmeye,
huzur ortamını bozmaya, bozgunculuk çıkarmaya, toprak ve ganimet elde etme
hırsıyla işgalde bulunmaya, baskı ve zorbalıkla dinlerini kabul ettirmeye
çalışmaya Allah tarafından açıkça izin verilmemiştir. Çünkü Allah,
insanların inanç ve ibadet konularında özgürce seçimlerini yapmalarını
istemektedir ve daima barış halinde bulunmayı öğütlemektedir. Yani İslam’da
savaşın temel amacı esasında barışı muhafaza etmektir, barışa zarar getirecek
unsurlarla mücadele etmektir.
“Sen onlara zorbalıkla,
diktatörlükle İslâm'ı kabul ettirmeye çalışacak değilsin. O halde sen, benim
uyarımdan korkanlara, bu Kur'an vasıtasıyla hatırlatmada bulun, Kur'an ile öğüt
ver.” 50-Kaf/45
“Rabbin isteseydi,
yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları
için zorlayacaksın?” 10-Yunus/99
“Yüz çevirirlerse biz seni
onlar üzerine bekçi olarak göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası
değildir.” 42-Şura/48
“Dinde baskı, zorlama ve
mecbur etme yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur.” 2-Bakara/256
“De ki: Rabbinizden gerçek ve
hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin!”
18-Kehf/29
“Artık sen, öğüt verip
hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Sen onların
üzerinde bir zorba değilsin.” 88-Gaşiye /21-22
KUR’AN’A GÖRE SAVAŞTA BAŞARILI OLMANIN
KURALLARI NELERDİR?
*Adetullah'a Uymak (Allah’ın Yasalarına Uygun Hareket Etmek)
Yüce Allah’ın insanlık alemi için
koyduğu fiziksel, biyolojik, jeolojik, sosyolojik… kanunlar vardır.
Örneğin; fay hattı üzerine yerleşim
yerleri kurarsanız, küçük bir sarsıntıda inşa ettiğiniz yapılar yıkılır,
bedelini mallarınızla ve canlarınızla ödeyebilirsiniz. Bu Allah’ın jeolojik yasalarındandır.
Normal şartlar altında bir
bebeğin anne karnında gelişimini tamamlaması ve dünyaya gelmesi için gerekli
süre dokuz ay on gündür. Bu süreyi tamamlayamadan doğan bebeklerin türlü organ
yetmezlikleriyle dünyaya gelmesi, bağışıklık sistemlerinin zayıf olması ve
dolayısıyla sık sık çeşitli hastalıklara yakalanması muhtemeldir. Bu Allah’ın
biyolojik yasalarındandır.
Çalışan, emek veren kazanır.
Azmeden başarır.6 Bunlar Allah’ın
sosyolojik yasalarındandır. İslam dininin mensubu olmak, herhangi bir konuda ya
da savaşta kazanan tarafta olmak için yeterli değildir. Nitekim Hz. Muhammed,
Allah’a tevekkülle beraber Allah’ın yasalarına uygun hareket etmekten geri
kalmamıştır. Mesela, Uhud'da iki zırh giymiş,7 Hendek Savaşında hendek kazmış, sipere
girmiştir... “Nasıl olsa ben Allah’ın elçisiyim, ordumuz Müslüman bir ordu, biz
ne yapsak da Allah bize her halükârda yardım eder.” diyerek üzerlerine düşen
görevi yerine getirmeyip sorumsuzluk yapmamışlardır. Nitekim Peygamberimizin (a.s)
bu tavrı aşağıdaki şu ayette bildirilen Allah’ın öğütlerine uymasındandır.
“O halde onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler,
güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın ki,
bununla hem Allah'ın hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin
bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve
bilin ki, Allah yolunda her ne sarf ederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size
haksızlık yapılmayacaktır.” 8-Enfal/60
* Tedbiri Elden Bırakmamak
Tedbirli olmanın önemini, hicretin
3. Yılında Mekke'deki Ebu Süfyan'ın ordusu ile Medine'deki Müslümanlar
arasında, Uhud dağının eteklerinde vuku bulan “Uhud Savaşından” bir örnekle açıklamak
istiyorum. (Kur’an’da Uhud Savaşı ile ilgili pasaj Al-i İmran Suresinde,
121-168. ayetler arasında anlatılmaktadır.)
Mekke müşrikleri Bedir Savaşı
yenilgisini unutamamışlar ve Medine’yi basıp Hz. Muhammed ve beraberindekileri
yok etmeyi planlamışlardı. Bedir Savaşı’ndan bir yıl sonra, Ebu Süfyan
komutasında üç bin kişilik güçlü bir orduyla Medine’ye yürüdüler. Allah’ın
Elçisi’nin kuvvetleri, onların dörtte biri kadardı. Savaş, Medine
yakınlarındaki Uhud Dağı eteklerinde başladı. Peygamberimiz (a.s) en uygun
şekilde askerlerini yerleştirmiş, stratejik bir konumu
olan Ayneyn geçidine ise Abdullah b. Cübeyr komutasında elli
kişilik okçuları görevlendirmiş ve onlara şöyle talimat
vermişti: “Ne şart ve durum olursa olsun benden ikinci bir talimat
gelene kadar asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yabani
kuşlar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi
bırakmayacaksınız.”8 Görüldüğü
üzere Peygamberimiz (a.s) okçulara çok açık bir talimat ile; yenilgiye
uğradıklarını da görseler, kazandıklarını da görseler tedbir amaçlı o tepeyi
terk etmemelerini öğütlemişti. Onları uyarmış, bir yönü ile savaşın neticesinin
o tepenin korunmasından geçtiğini onlara beyan etmişti.
Tedbiri elden bıraktıkları an başlarına kötü şeyler gelebileceğini öngörmüştü. Başlangıçta
Müslümanlar müşrikleri bozguna uğrattılar. O
sırada, Ayneyn tepesinden savaş meydanındaki bu gelişmeleri seyreden
okçulardan bazıları: “Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!”9 diyerek, Hz. Peygamber’in (a.s) tedbiri
elden bırakmama üzerine olan talimatına uymayıp, meydana inip ganimet toplama
hevesine kapılmışlardı. O ana kadar tepeyi gözetleyen ve o tepe ve geçit
korunduğu müddetçe, İslam ordusuna arkadan saldırılamayacağını bilen
Mekkelilerin süvari birliğinin komutanları, süvarileriyle o tepeye doğru hücuma
geçti. Bunun üzerine Müslümanlar arkadan kuşatıldılar ve toparlanan düşmanın
saldırısıyla mağlup duruma düştüler.
Sonuç olarak, tevekkül gereğince önce
tedbirini alıp sonra Allah’a güvenmeyi öğütleyen Kur’an’ın ve Peygamberimizin
(a.s) öğüdüne uyulmadı. “Tedbirli olma” kısmı göz ardı edilince ordunun
Müslüman olması ve Allah yolunda bir savaş olması, savaşta galip gelmeleri için
yeterli olmadı.
Bir başka tedbir örneği de Hz.
Yakub’un oğullarını işgal altındaki bir şehre gönderirken, şehre topluca bir
yerden değil ayrı ayrı kapılardan girmelerini öğütlemesidir. Yeterince uzayan
bu yazımı daha fazla uzatıp siz değerli okuyucuları yormamak adına burada
ayrıntılı bir biçimde bahsetmiyorum. Daha önceden bu konuyu “Nazar Hak mıdır?
Batıl mı?” başlıklı yazımda ele almıştım. Merak edenler buraya tıklayarak yazıma ulaşabilirler.
* Donanımlı Olmak, Savaşın Kurallarını İyi Bilmek, Mahir
Eleman Yetiştirmek
Savaş, türlü stratejiler
uygulamak gerektiren kompleks bir durumdur. Planlı programlı hareket etmek
gerekir. Bir A planı geliştirilerek uygulanmaya konur, olası durumlara karşı B,
C planları geliştirilir. Birlik halinde hareket etmek ve iyi bir komuta
gerektirir. İnsanların başına buyruk hareket etmesi kargaşa ortamı yaratır ve
yenilgiye sebep olabilir.
Savaşlarda galip gelmenin en
önemli yollarından biri de işini iyi bilen insan yetiştirmektir. Yol, yordam,
yöntem bilen, cesur, mahir azınlık ordular; nice çoğunluk ordulara galip
gelmişlerdir. Kur’an’da geçen Tâlût kıssası buna güzel bir örnektir. Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde geçen “Tâlût” maddesinde aşağındaki
bilgiler verilmiştir:
“Kur’an’ın
ifadesine göre İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Hz. Mûsâ’dan sonra gelen bir
peygamberden Allah yolunda savaşmaları için kendilerine bir kral tayin etmesini
isterler. Bu peygamber onlara Allah’ın kral olarak Tâlût’u seçtiğini haber
verir. Fakat onlar bu göreve kendilerinin daha lâyık olduğunu ileri sürerek
Tâlût’un krallığına karşı çıkarlar. Peygamber de onlara Allah’ın Tâlût’u
üstün kıldığını, ona ilim ve beden gücü verdiğini söyler; ayrıca onun
hükümdarlığının işareti olarak içerisinde “sekîne” ile Mûsâ ve Hârûn
ailelerinden kalan eşyanın bulunduğu tabutun (ahid sandığı) geri verileceğini
ve tabutu meleklerin taşıyacağını bildirir (Bakara 2/246-248)
İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Tâlût’un kral soyu Yehûda’dan veya peygamber
soyu Levi’den gelmediği, ayrıca bir sucu veya derici olduğu gerekçesiyle
krallığına itiraz ederler. Peygamber krallık konusunda ilim ve kudretin soy
ve zenginlikten daha önemli olduğunu, Tâlût’a da bu hususta üstünlük
verildiğini belirtir. Âyette geçen “ilim ve bedence genişlik” ifadesi Tâlût’un
özellikle askerî konularda çok bilgili, aynı zamanda heybetli ve yakışıklı
olduğu şeklinde yorumlanmıştır.”10
"Nice az topluluklar,
nice çok topluluklara Allah'ın izniyle galip gelmiştir." Bakara-2/249
Ayete iki açıdan bakılabilir. Donanım, bilgi, teçhizat, işinin
ehli olma bakımından daha üstün olan az sayıdaki topluluklar (kaliteli az insan
toplulukları), çokluk açısından üstün olan topluluklara karşı başarı elde
edebilirler. Öte yandan, az sayıda olsalar dahi Allah’ın rızasını kazanmak,
evrensel insani değerleri ayakta tutmak amacıyla yola çıkan takvalı insanlara Allah’ın
desteğini esirgemeyeceği su götürmez bir gerçektir. Her iki açıdan bakıldığında
da şu sonuç çıkartılabilir: “Nitelik niceliği yener.”
İSLAM’DA SAVAŞ HUKUKU
Ahmed
b. Hanbel’de geçen bir hadis rivayetine göre peygamberimiz şöyle demiştir: "Yaşlılara,
kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet-ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere
ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder
etmeyiniz."11
İslâm’da inanç, ibadet, hukuk ve
ahlâk kuralları kaynak ve hedef bakımından bir bütünlük arz ettiği için daha
çok psikolojik gerilimlerin hâkim olduğu savaş ortamında bile Müslüman
savaşçılar belli hukukî ve ahlâkî çerçeve dahilinde hareket etmek zorundadırlar.
Sınırları aşmamayı emreden ayetlerle savaş sırasında serbest ve yasak olan
eylemleri tek tek sayan Hz. Peygamber’in beyanları ve sahabenin uygulamaları bu
yaklaşımın temel dayanaklarını teşkil etmektedir.12
Bu çerçevede İslam hukukunda
benimsenen temel kurallar şu şekilde sıralanabilir:
1. Savaş halinin
gerektirdiği bazı istisnalar bulunmakla birlikte genel olarak İslâm ülkesinde Müslümana
helâl sayılan şeylerle haram olanlar, savaşın yapıldığı düşman ülkesinde de
aynı hükmü taşır.13
2. Savaşın asıl
hedefi yok etmek değil zararsız hale getirmek olduğundan öldürücü niteliği
sınırlı silahların kullanılması esastır. Bununla birlikte bir ayetten (Enfâl
8/60) caydırıcılığı temin için günün savaş teknolojisini takip edip çağın
silâhlarına sahip olmak gerektiği de anlaşılmaktadır. Bu ayette, gereksiz ve
haksız yere kullanmak için değil kötü niyetler besleyen düşmanı caydırmak için
silahlanma istendiğinden Müslümanlar, kitle imha silahlarına sahip bulunsalar
da onları ilk kullanan taraf olmamakla yükümlüdürler.14
3. Savaşa bizzat veya
dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları,
özürlüler, hastalar, yaşlılar, mâbedlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile
kendi işlerini yürütmekte olan çiftçi, işçi ve iş adamlarının öldürülmesi
yasaktır. Resûl-i Ekrem’in savaşlarda ölümlerin mümkün olduğu kadar azaltılması
yönündeki tavsiyeleriyle,15 “Öldürme
konusunda insanların en affedici olanları Müslümanlardır”16 sözü, kadın ve çocuklar dışında herkesin
öldürülebileceği yönündeki görüşün17 Kur’an’ın
temel ilkelerine ve Peygamberimizin (a.s) uygulamalarına aykırı olduğunu
göstermektedir.
4. Düşman askerlerini
yakmak veya cesetleri üzerinde tahribat yapmak yasaktır.18
5.
Düşman tarafın kadınlarına tecavüz etmek ve onlarla gayri meşrû
ilişki kurmak yasaktır.
6. Karşı taraf Müslüman
rehineleri öldürse bile suçun ferdiliği ilkesine göre düşman rehineleri
öldürmek yasaktır.19
7. Peygamberimizin (a.s)
“Yağmalayan bizden değildir”20 ve
“Yağma tıpkı murdar hayvan eti yemek gibidir.”21
şeklindeki uyarıları gereğince yağmalamada bulunmak kesinlikle yasaktır.
8. Beslenme
ihtiyacını gidermek veya düşmanın savaş gücünü kırmak amacıyla yapılması ya da
harekât zaruretinin bulunması dışında bitki dokusunu ve diğer canlı varlığını
yok etmek doğru değildir.22
9. Yapılan bütün
anlaşmalara ve akitlere titizlikle saygı gösterilmelidir. Çünkü Peygamberimiz (a.s)
diğer insanlarla olan bütün anlaşmalara, bunlardan gelmesi muhtemel veya
potansiyel kayıp veya kazanca bakmaksızın sadık kalmıştır. Genellikle insanlar,
kendi yararlarına olduğu müddetçe anlaşmalara sadık kalırlar; fakat
kendilerinin çıkarlarına ters düştüğünde ise anlaşmalarını bozarlar. İslam,
Müslümanların ve İslam Devleti'nin vaatlerini, daima yerine getirmesini zorunlu
görevleri arasında saymıştır:
"Bir de sözleşme
yaptığınızda Allah'ın huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kefil
ederek bağlandığınız yeminleri bozmayın. Hiç şüphe yok ki Allah yaptığınız her
şeyi bilir. Bir topluluk, diğer bir topluluktan sayıca, nüfuzca veya malca daha
çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılıp
da ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen, böylece bütün emeğini boşa
çıkaran ahmak kadının durumuna düşmeyin." Nahl-16/91-92
Hz. Muhammed'in (a.s) savaş
stratejisinin esas hedefi; kendi dinini müdafaa etmek, onun doğruluğuna ikna
olanların bu dini özgürce kabul edebilmeleri için engelleri ortadan kaldırmak
ve hiçbir korku ve baskı olmaksızın onun gereklerini yerine getirmek idi.
Resulullah'ın hedefi, düşmanlarıyla savaşmak ve onları öldürmek değil ancak
onların, kendisine ve inançlarına göre yaşamak isteyen diğer insanlara
yaptıkları zorbalıkların önüne geçmek idi.
Allah’ın Resulü; dünyayı daha
yaşanabilir bir hale getirebilmek, insanların ıstırap ve acılarını azaltmak,
insanların temel hak ve özgürlükleri çerçevesinde insancıl bir şekilde, el etek
öpmeden, kimsenin boyunduruğu altına girmeden onurluca ve özgürce
yaşayabilmesini sağlamak için gönderildi. Savaşmak için gelmedi fakat belirli
ilkeleri ayakta tutabilmek adına savaşa zorlandı. Bu konudaki tutumunu kendine
tâbi olanlara öğüt verirken şu kelimelerle kesin bir şekilde ifade etmiştir. "Ey
Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz.
Fakat düşmanla karşılaşınca da mücadele ediniz..."23 Bu sözü kesinlikle ortaya koymaktadır ki,
İslam'da barış esastır; savaş istisnadır ve düşmanlarının hareketleriyle
zorunlu hale gelir. Onun için savaşmak, Peygamberimiz (a.s) için gaye
olmamıştır. Savaş onun en son başvurduğu çaredir. Zira karşı cepheye daima
alternatifli gidilmiş ve harp en son çare olarak zikredilmiştir.
Bir ordu komutanı olarak Hz.
Peygamber'in katıldığı savaşlarda sivil halkın canına ve malına
dokunulmamıştır. Esirler en iyi muameleyi görmüşlerdir. Yaralı ve hasta
olanlara gereken ilgi gösterilmiş ve düşman ölüleri defnedilmiştir. Ölülerin
uzuvları kesilmemiş, işkence yapılmamıştır. Savaş öncesi ve sonrası yağma ve
talana tenezzül edilmemiştir. Peygamberimizin (a.s) katıldığı savaşlarda şahsi
çıkar, ırk, asabiyeti, maddi menfaat, öç alma duygusu, sömürü vb. gibi cahilî
duygular kesinlikle yoktur.24
HARP HİLE MİDİR?
Daha önceden birçok yerde ve
muhtemelen birçok kez duymuş olduğumuz, Peygamberimize (a.s) atfedilen şu
rivayete değinmek istiyorum:
“Harp (savaş) bir hiledir.”25
HİLE NEDİR?
Hile, Türk Dil Kurumu güncel
Türkçe sözlüğüne göre “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen,
dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika.” anlamlarına
gelen Arapça kökenli bir sözcüktür.
Hileyi bu anlamıyla aldığımızda
yukarıdaki rivayetin, yüce Kitab’ın evrensel ilkelerinden olan “dosdoğru,
adaletli olun, sırat-i müstakimden ayrılmayın” emirlerine aykırı olduğu
söylenebilir.
→ Bir
Müslüman için dürüstlük/dosdoğru olmak yaşamının vazgeçilmez temel ilkesidir:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru
ol…” 11-Hud/112
→ Savaşta bile olsa
antlaşmalarına riayet et/dürüst ol:
“Ancak kendileriyle antlaşma
yapmış olduğunuz müşriklerden size olan ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve
sizin aleyhinize hiçbir kimseye yardımda bulunmamış olanlar bunun (savaş
ilanının) dışındadır. Siz de onlarla olan antlaşmanızın hükümlerine antlaşma
süresinin sonuna kadar uyunuz. Muhakkak ki, Allah muttakileri sever.” 9-Tevbe/4
→ En düşmanın bile olsa,
asla haksızlık yapma:
“Ey iman edenler! Allah için
hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a
karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” 5-Maide/8
→ En yakının bile olsa
adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:
“Ey iman edenler! Adaleti
titizlikle ayakta tutun; kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın zararına
bile olsa… Allah için doğruları konuşan şahitler olun. Şahitlik yaptığınız
kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa adaletten ayrılmayın. Allah'ın hakkı,
onların her birinin hakkının önüne geçer. Hislerinize uyup, adaletten şaşmayın.
Şahitliği eğer, büker veya şahitlikten kaçınırsanız biliniz ki, Allah tüm
yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”
4-Nisa/135
→ Dürüstlük ilkeseldir,
inançla ilgilidir:
“…Artık O’na yönelerek dürüst
olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” 41-Fussilet/6
→ İnsanların kurtuluşu
dürüstlüğe bağlıdır:
“Allah dedi ki: Bu, dürüst
insanlara, dürüst olmalarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde
ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı
oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”
5-Maide/119
“Kendi içlerinden birine, ‘Bütün
insanlığı uyar; imana erişenlere, her bakımdan içtenlikli ve dürüst olmakla
Rablerinin katında öteki herkesten ileri geçtiklerini müjdele’ diye
vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? (Yalnızca) hakkı inkar edenler, ‘Bakın,
bu (adam) düpedüz bir büyücü!’ derler.” 10-Yunus/2
“Bunun böyle olması Allah’ın,
dürüstleri, dürüstlükleri sebebiyle ödüllendirmesi, uygun görürse
münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 33-Ahzab/24
→ Dürüstlük, zor
zamanlarda belli olur:
“İtaat ve güzel bir söz onlar
için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze sadık kalsalardı (dürüst
kalsalardı), elbette kendileri için daha iyi olurdu.” 47-Muhammed/21
“Mü’minlerden öyleleri vardır
ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar (dürüst yaşadılar). İçlerinden bir
kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir.
Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” 33-Ahzab/23
→ Çatışma durumunda da/
Yol ayrımlarında da dürüst olmak gerekir:
“Bundan dolayı sen çağrıya
devam et ve emrolunduğun gibi dürüst/dosdoğru ol. Onların hevâ ve
heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve
aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin
de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir.
Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya
toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.” 42-Şura/15
Yukarıdaki ayetlerden de
görüleceği üzere İslam’ın temel ilkesi olan dürüstlüğün, savaş gibi istisnai
bir durumda dahi terk edilmesi mümkün değildir. Allah ekstrem koşullarda
doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma ruhsatı vermemiş, bunu hiçbir durumda meşru
kılmamıştır.
O halde peygamberimizin “Harp
hiledir” sözüyle; savaş sırasında kazanmak uğruna her türlü yalanı, aldatmayı,
dolandırıcılığı, algı operasyonunu, entrikayı, tezviri, itibarsızlaştırmayı,
iftirayı, ithamı, komplo ve kumpasları, kandırmayı, kurnazlık yapmayı meşru bir
zemine oturtması ihtimali mümkün değildir. Çünkü bu; Kur’an’ın çizgisi, İslam’ın
ilkeleri ve Peygamberimizin (a.s) uygulamaları ile bağdaşmaz. Nitekim Kur’an
İslam’da savaşın çizgilerini net bir şekilde çizmiştir ve Peygamberimiz (a.s)
de savaştığı savaşlarda belirli bir hukuk çerçevesinde savaşmıştır. Yönettiği
orduları bu hukuk çerçevesinde yönetmiştir.
Şuna eminiz ki, Peygamberimiz
(a.s) Kur’an’a aykırı söz ve davranışlarda bulunmamıştır. O’nun ahlakı Kur’an
ahlakıdır.
“Sa’d İbni Hişâm'dan rivâyet
edildiğine göre şöyle dedi: Ben Âişe'ye; ‘Bana Resûlullah’ın ahlâkını
(yaşayışını) anlatır mısın?’ dedim. Âişe; ‘Sen,
Kur’an okuyor musun? O’nun ahlâkı (yaşayışı), Kur‘ân'dan ibâretti.’ cevabını
verdi.”26
O halde Peygamberimize atfedilen “Harp
hiledir.” rivayetini Kur’an ışığında incelediğimizde karşımıza iki ihtimal
çıkmaktadır. Eğer kast edilen hile bizim Türkçe’de anladığımız “hile” ise bu
sözü peygamberimiz gerçekte söylememiştir, peygamberimizin söylediği sonradan râvilerce
veya müfterilerce iddia edilmiştir. Çünkü bu söylem Kur’an’ın emir ve
ilkelerine, Peygamberimizin yaşayış ve ahlakına uymamaktadır. Yok eğer bu sözü
söyledi ise “hile” sözcüğü bizim dilimizdeki anlamından farklı anlamlar
içermektedir. Bu yönde yaptığım uzun araştırmaları burada kısaca özetleyeyim:
“Hile” kelimesi Arapça’da bizim
dilimize yansıyan bu olumsuz anlamından başka anlamlara da karşılık gelmektedir.
Arapça’da “Hile” en yalın anlamıyla “çare, güç bir durumda bulunan çözüm,
çıkar yol” demektir. Kelime “maharet, marifet, hüner, ince sanat,
geliştirilmiş teknik ve yöntem” gibi anlamları da içerir. (Görüldüğü üzere
Türkçe’deki kullanımımızdan epey farklı anlamları da vardır.) O halde “Harp;
güç durumlarda başvurulan son çıkar yol, çözüm, çaredir. Geliştirilmiş teknik
ve yöntem, maharet, donanım ve hüner gerektirir.” dersek yanlış demiş
olmayız. (Nitekim bunların hepsinden “Kur’an’a Göre Savaşta Başarılı Olmanın
Kuralları Nelerdir?” başlığı altında söz etmiştik.) Rivayetten bu anlamı
çıkarmak, bu sözü Peygamberimizin (a.s) söylemiş olma olasılığını mümkün kılar
ve bu anlamda söylenmiş bir rivayet Kur’an ile çelişmez hatta Kur’an mantığına
son derece uyar.
“Hile” nin dilimize tamamen
farklı geçmiş bir versiyonu da “hile-i şer’iyye” dir. Dilimizde bu ifadeden
“işi kılıfına uydurmak, kurnazlık yapmak, (haşa) Allah’ı aldatmak” gibi manalar
anlaşılır. Ancak bizim anladığımız bu anlamlar Yahudi fıkhının bir tezahürüdür.
İki örnekle açıklayayım:
İsrailoğulları cumartesi gününü
ibadete ayıracaklarına ve çalışmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi.27 Cumartesi gününde avlanmak yasaklanmıştı.28 Bir süre sonra cumartesi günü balıklar daha
fazla gelmeye başladı. Bu bolluğu gören İsrailoğullarından bazı kurnazlar
Allah'ı kandırmanın yollarını aradı ve şöyle bir çözüm buldu. Deniz kenarına
havuzlar kazıp balıkların içine düşeceği çukurlar kuracaklar, pazar günü
havuzdaki balıkları alacaklar, böylece cumartesi günü avlanmamış olacaklardı.29 Ancak yüce Allah’ı türlü oyunlarla, ufak
hesaplarla kandırmayacakları gerçeğini göz ardı etmişlerdi.
“İçinizden cumartesi yasağını
çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu sebeple onlara ‘aşağılık maymunlar olun!’
demiştik. Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir
ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun.” Bakara-2/65,66
Bir diğer örnek: Yahudi fıkhında,
İsrail topraklarına domuzun ayak basması haramdır. Fakat domuzun ayak basmasını
bırakın, İsrail’de Avrupa’ya ihraç edebilecek kadar domuz yetiştirilir. Nasıl
mı? Ayaklarını yere bastırmadan(!) Domuzların ayaklarının altına özel bir şey
yerleştirip güya İsrail’e domuzları ayak bastırmamaktadırlar. Fıkra gibi değil
mi?
“Hile-i şer’iyye” nin hakiki
anlamı “şer’i çare” yani “hukuki çözüm” dür. Söz konusu çözüme; yine sabit
hükümler, sınırlar, kurallar ve ilkeler çiğnenmeden gidilir.
KUR’AN’DA CİHAD
“Cihad” sözcüğü “cehd” sözcüğünün
türevidir. “Cehd” sözcüğü, “ağır yük taşıyan hayvanın menziline ulaşabilmesi
için gösterdiği çaba” yı anlatmak için türetilmiştir ve dolayısıyla
sözcüğün esas anlamı “takat” demektir. “Cihad” sözcüğü işteş bir sözcüktür,
“karşılıklı olarak gayretleşme” anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle “cihad”;
“karşı tarafın gücüne karşı güç kullanma, güç ile mukabele etme” demektir.30
“Cihad” sözcüğü gibi bu sözcüğün
türediği “cehd” sözcüğü de “müçtehid”, “mücahede”, “içtihat” gibi türevleri ile
Türkçeye geçmiş bir sözcüktür ve yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda “cehd”
sözcüğünü; “gayeye ulaşmak için yük altında gösterilen gayret” olarak
anlamlandırmak mümkündür.
Kur’an’da 41 kez yer alan “cihad”
sözcüğünün ifade ettiği kavram, İslâm dininin temel sabitelerinden biridir.
Günümüz şartlarına göre de; Kur’an (bilgi) ile, mal ile, dil ile, beden ile
yerine getirilir. Daha açık şekilde söylemek gerekirse “cihad”; “Allah
tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah
yolunda kullanmak, yani Kur’an’ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için
kuvvet harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır.
“Cihad” sözcüğünün anlamında
“adam öldürme, düşman yok etme, ortadan kaldırma” anlamı yoktur.
Ölme ve öldürme (savaş),
Kur’an’da, “kıtal” ve “muharebe” ifadeleriyle yer almıştır. “Cihad” ın her
zaman yapılmasını isteyen Rabbimiz savaşa ise ancak şartlar oluşunca, yani
fitneyi yok etmek, zulüm ve fesadı ortadan kaldırmak için izin vermiştir.
İntikam, yağma, kişileri zorla İslâm’a sokma gibi amaçlarla savaş
yapılamayacağı, Hacc Suresinin 39. ayetinden ve diğer kıtal ve muharebe
ayetlerinden açıkça anlaşılmaktadır.
“Cihad” ın en güzeli ve en
muteberi, ilim ile yapılanıdır. Çünkü dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi
cehalettir. Allah nezdinde değerli olmak isteyen herkesin cehaletten
kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin kişiler ve toplumlar üzerindeki
etkisi şüphesiz tartışılmaz. Onun için Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Öyleyse kâfirlere itaat etme
ve onunla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad yap!”
25-Furkan/52
İslam dinin tanıtılması,
Kur’an’ın tebliğ ve tebyin esasına dayanır. “İlim ile cihad” işte bu faaliyetin
adıdır. Buna “Kur’an ile cihad” da denilir. Yukarıdaki ayette Kur’an ile
cihadın “Büyük cihad” olarak nitelenmesi, Allah’ın “ilim ile cihad” konusuna ne
kadar önem verdiğini göstermektedir.
“Mal ile yapılan cihad” ise,
Allah’ın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin, Allah yolunda harcanmasıdır.
Bilindiği gibi artık dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve
zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile yapılan cihadın
önemi de çok büyüktür.31 Nitekim
Rabbimiz de cihad ayetlerinde hep malların cihad için harcanmasından söz
etmiştir:
“Ey inanmış olan kimseler!
Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim
mi? Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla,
mallarınızla çaba harcayacaksınız (cihad edeceksiniz). İşte bu, eğer
bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi
altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere
girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur.”
61-Saff/10-12
“De ki; eğer ki babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz
mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size
Allah’tan, O’nun elçisinden ve O’nun yolunda mücadele etmekten (cihaddan) daha
sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah fasıklar
kavmine doğru yolu göstermez.” 9-Tevbe/24
“Müminler ancak, Allah’a ve
O’nun elçisine iman edenler, sonra da şüpheye düşmeyen, malları ve canları ile
Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte bunlar dosdoğru olanların ta
kendisidir.” Hucurat/15
“Hafif teçhizatla ve ağırlıklı
olarak sefere çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin.
Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” 9-Tevbe/41
“Bir mazeretleri olmaksızın
mücadeleden kaçınan mü'minler ile Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba
gösterenler (cihad edenler) bir olamaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla üstün
çaba gösterenleri, mücadeleden kaçınanlardan daha üstün bir mertebeye
yüceltmiştir. Gerçi Allah tüm mü'minlere, sonuçta güzellik vaad etmiş olmasına
rağmen, yolunda çaba gösterenleri büyük bir mükafaat vaad ederek, mücadeleden
kaçınanlardan üstün kılmıştır.”
4-Nisa/95,96
Bu konuda ayrıca şu ayetlere de
bakılabilir: Âl-i Imran; 142, Tövbe; 16, 19, 20, 73, 88, Bakara; 218, Muhammed;
31, Enfal; 72, 74, 75, Nahl; 10, Ankebut; 68, Maide; 35, 43, Tahrim; 9, Hacc;
78
Allah her fırsatta barışa çağrı
yaptığı halde; Allah adına, din adına, Allahu ekber nidaları eşliğinde asmak,
kesmek, kelle uçurmak yüce Allah’a ve İslam’a atılan büyük bir iftiradır. Allah
hakkında yalan uydurmaktır. Bir insana iftira atmak büyük bir zulümken, Allah’a
iftira atmak en büyük zulümdür!32 İslam’ın
savaşta öldürülmesini yasakladığı sivilleri hedef almak, İslamî anlayışa
yakışmadığı gibi insanların kafasını kesip görüntülerini bütün dünya medyasına
servis etmek de Batı’nın İslam hakkında oluşturmak istediği olumsuz algıya
hizmet etmektir.
Müslüman olarak bize düşen,
İslam’ın saf ve temiz olan öğretilerini kaynağından doğru anlamak, İslam’ı iyi
bir şekilde temsil etmek ve ona yöneltilen her türlü saldırıya gücümüz
nispetinde ve Kur’an ile karşı koymaktır. Doğruya ulaştıracak olan ancak
Allah’tır.
Susup geçsem gönlümün razı
olmayacağı bir konuda iki cümle edeyim, bunları da yazıya dökeyim derken ortaya çıkan yazının epey uzadığının ve ne
yazık ki okuyucu için yoruculaştığının farkındayım. Tamamını okuma cesareti gösterenlere teşekkür ediyorum. Azmedip buraya kadar okuyan
değerli okuyucular “limon🍋” desinler. 😊
KAYNAKÇA:
1 Enfâl Suresi 8/39, 47, 56, 57,61; Kasas Suresi 28/77, 83
2 Müsned, IV, 402; Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”,
149
3 Bakara Suresi 2/36; Maide Suresi 5/27-31; A‘râf Suresi
7/24; Buhârî, “Cenâʾiz”, 33
4 Mukaddime, II, 37
5 Kehf Suresi 18/56; Mü’min Suresi 40/5; Muhammed Suresi 47/3
6 53-Necm Suresi/39, İsra Suresi/13,19
7 Tirmizi,
Cihad, 17; Ebu Davud, Cihad, 68; İbnu Mace, Cihad, 18
8 A.b.Hanbel, el-Müsned, c.4, s.293
9 İbn Kesir, el-Bidaye, c. 4, s. 25
10 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Tâlût” maddesi
11 Ahmed b. Hanbel,
Müsned, Beyrut 1985, 1/300; Ebû Davud, İstanbul ts., Cihad 90, 121.
12 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Savaş”
maddesi.
13 Şâfiî, el-Üm, VII, 322
14 Yaman, İslâm Devletler Hukukunda Savaş, s. 117-120
15 Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 78-79;
Şevkânî, VIII, 71 vd.
16 Müsned, I, 393; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 110; İbn Mâce,
“Diyât”, 30
17 Mâverdî, s. 50; İbnü’l-Arabî, I, 109; Şemseddin er-Remlî,
VIII, 64
18 Buhârî, “Cihâd”, 149; Müslim, “Cihâd”, 3
19 Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, s. 48; Serahsî, el-Mebsûṭ,
X, 169
20 Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 14; Tirmizî, “Siyer”, 40
21 Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 128
22 Haşr Suresi 59/5; Sahnûn, II, 8; Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr,
I, 52-55; İbn Kudâme, X, 509
23 Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20
25 Müslim, Cihad,
17; Tirmizi, Cihad, 5
26 Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 163. Aynı mânadaki diğer
rivâyetler için bk. Müslim, Müsâfirin 39; Ebû Davud, Tatavvu' 26; Nesâî,
Kıyâmu'l-leyl 2; Dârimî, Salat 165; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 54, 91, 188,
216
27 Nisa Suresi/154
28 Tevrat’ta cumartesi yasağı: Tevrat, Çıkış, 20.bölüm, 8-11
29 Araf Suresi/163,164,165,166
30 Lisan ül Arab; c:2, s:239, 240 “chd” mad. ve Tac ül Arus;
c:4, s:407 “chd” mad.
31 “Kur’an’da Cihad” başlıklı bölüm: http://www.erdemyolu.com/ibadetler/cihad/kuranda-cihad-kavraminin-kullanimi.html
32 Enam Suresi/163; Nisa Suresi/48,112,116; Lokman Suresi/13
KONUYLA İLGİLİ
İZLEMELİK / DİNLEMELİK VİDEO ÖNERİLERİ
Kuran’a göre Cihad Kavramı ve
Terör – Prof. Dr. Caner Taslaman
Cihad Nedir? İslam ve Savaş
Ahlakı - Prof. Dr. Mehmet Okuyan
Kuran'da Savaş Ayetleri / Gandi
Örneği ve Pasifizm Hakkında - Mehmet Okuyan / Caner Taslaman
KONUYLA
İLGİLİ MAKALE ÖNERİLERİ:
İslam Dininde Savaş – Hakkı
Yılmaz
Kur’an’da Dürüstlük - Turgut
Çiftçi
Dürüstlük Bir Yaşam Biçimi –
Turgut Çiftçi
http://www.hakveadalet.com/durustluk-bir-yasam-bicimi
Kuran’da Savaşla İlgili Getirilen
Düzenlemeler – Doç. Dr. Hüseyin Çelik
🍋 limon
YanıtlaSilLimon 🍋
YanıtlaSil