NAZAR (النظرة): Bir
şeye özenme, imrenme veya kıskançlıkla bakan kimsenin bakışlarıyla zarar
verecek şekilde onu etkilemesi.
Sözlükte “bakmak, görmek; düşünmek” anlamındaki nazar
kelimesi Türkçe’de “beğenilen bir şeye kıskançlıkla bakmak ve zarar verecek şekilde
onu etkilemek” mânasında nazar etmek (göz değmek), Arapça’da ise nazar (isâbetü’l-ayn) şeklinde kullanılır. Nazar kavramı, daha çok kıskançlık
duygusunun eşlik ettiği zarar verici etkiye sahip göz ve bakışla
ilişkilendirilse de herhangi bir canlı yahut objeye yönelik hayranlık ve övgü
sözleri de etkisi açısından nazar kapsamında görülmüştür.
Eski Sümer, Bâbil, Mısır, Grek ve Roma kültürlerinin yanı
sıra Sâmî, Pers, Hint ve çeşitli Avrupa kavimlerini kapsayan geniş bir coğrafya
üzerinde hem geçmişte hem günümüzde yer alan bu inanışın başlangıcı tam olarak
bilinmemekle beraber milâttan önce 4000 yılına kadar gittiği kabul edilir.
Ortadoğu, Akdeniz ve Hint-Avrupa bölgelerindeki yaygınlığına rağmen nazar
inancının Uzakdoğu, Güney Afrika, Avustralya ve Amerika’nın yerli toplumlarınca
bilinmediği ve buralara girişinin geç tarihlerde Avrupa kanalıyla gerçekleştiği
ileri sürülmüştür…
Bu sebeple eski kültürlerde her türlü hastalık, talihsizlik
ve kötü durum, bilhassa ani ölümler bilinçli veya bilinçsizce yapılmış nazarla
ilişkilendirilmiştir. Kıskanç göze yönelik atıflar Yahudi kutsal metinlerinde,
Zerdüştîlik literatürü ile Hint atasözlerinde de
yer alır (Brav, s. 46-47; Woodburne, s. 56; Donaldson, s. 66).
(DIA, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Nazar maddesi.)
“Nazar ya da göz
değmesiyle birçok insan maddi, manevi veya bedensel zarar gördüğüne inanmaktadır.
Hatta nazara inanmayanları inançsızlıkla suçlamaktadırlar. Nazar ya da göz
değmesi konusunda halk arasında ve din bilginleri arasında yaygın inanç, onun
sanki iman esaslarından biri olmasıdır. Daha doğrusu onlara göre imanın altı
şartı vardır. Yedincisi nazara, sekizincisi büyüye, dokuzuncusu muskaya,
onuncusu hoca efendiye, on birincisi türbeye, on ikincisi mezheplere, on üçüncüsü
tarikatlara, on dördüncüsü cevşene, on beşincisi… Bunlara inanmazsanız size kuşkuyla bakmakta, hatta kolaylıkla
dindışı görebilmekte, sizi sapkın ilan edebilmektedirler.” (Nazar Ya Da Göz
Değmesi Var Mı? www.erdemyolu.com )
En laikinden en dindarına kadar tüm kesimleri etkisi altına almış
ve neredeyse iman esaslarından biri olarak görülmüş nazar inancının Kur’anî,
İslamî, aklî, bilimsel bir dayanağının olup olmadığını gelin birlikte
inceleyelim.
Allah, Bizi Hak
Etmediğimiz Bir Nedenden Dolayı Cezalandırır mı?
Nazara inanmak demek; Allah’ın bizi hak etmediğimiz nedenler
yüzünden sırf biri imrendi, kıskandı, iç geçirerek baktı yani “nazar etti” diye
başkaları yüzünden cezalandıracağına inanmak demektir. Peki ya bu,
adaletlilerin en adaletlisi olduğuna inandığımız yüce Allah’ın adalet anlayışı
ile ters düşmez mi? Nazara inandığını iddia edenler; kafalarındaki Allah
tasavvurunun adil bir Allah olduğunu, adil bir Allah’a inandıklarını
söyleyebilirler mi?
“…Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.” 18-Kehf/49
“…Allah kullarına asla en küçük bir haksızlık yapmaz!”
22-Hac/10
“Allah hak ve adaletle hükmeder…” 40-Mumin/20
“Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının
karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından
hakkıyla haberdardır.” 11-Hud/111
“Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine
zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü
düşün.” 16-Nahl/111
“Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün
için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese
kazandığı tamamen ödendiği vakit, halleri nice olacaktır.” 3-Ali İmran/25
“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla haksızlık
yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.” 40-Mümin/17
Nazar Boncuğunun
Koruyucu Bir Etkisi Olabilir Mi?
Nazar inancı beraberinde nazar boncuklarının ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. Nazar inancının hak olmayıp batıl bir inanış olmasından daha
batıl bir şey varsa, o da nazar boncuklarının koruyucu gücü olduğuna
inanmaktır.
Nazar boncuklarının koruyucu bir güce sahip olduğuna inanmak; nesnelere üstün güçler yüklemektir. Nazar boncuklarının koruyucu bir güce sahip olduğuna inanmak; her an her yerde bizle olup bizi koruyup
kollayabilme sıfatını -ki bu yalnızca yüce Allah’a ait olabilecek bir sıfattır-
başka şeylere, hele ki kendisine bile yarar ya da zararı olmayan bir cansıza
atfetmektir.
Yalnız Allah’a ait olabilecek sıfatları, üstün güçleri başka
herhangi bir şeye atfetmenin adı ise apaçık “Şirk”tir! Nazar boncuğu
nihayetinde kendisine fayda sağlayamayan veya zarar dokunduramayan bir şeydir.
Bunlardan medet umanlara bakın Allah ne demektedir:
“Allah'tan başka, sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek
olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zalimlerden
olursun.” 10-Yunus/106
“Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki
onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun
lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir.
O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” 10-Yunus/107
“Onlar, Allah’tan başka kendisine fayda ve zarar veremeyecek
şeylere tapınır. İşte en derin sapıklık budur.” 22-Hacc/12
Nazar İnancının Kur’anî Bir Dayanağı Var Mıdır? Peygamberimize Nazar Değmiş
Midir?
Nazar inancının akıl, mantık dışı olduğunu; Allah’ın
ilkeleri ve koyduğu yasaları ile bağdaşmadığını ileri sürdüğünüzde akıl-mantık
çerçevesinde bir itiraz getiremeyen kişilerden alacağınız muhtemel cevap şu
olacaktır: “Ama nazar Kur’an’da geçiyor(muş), hatta peygamberimize de nazar
değmiş.” Bu iddianın arkasına sığınan kişilerin çoğu da aslında Kur’an’da
nazara delil getirilen ayetlerin hangileri olduğunu bilmezler, merak edip açıp
okuma tenezzülünde bulunmazlar. “E getir görelim bakalım hangi ayetlerde
nazardan bahsediliyormuş?” diye sorduğunuzda “Ben bilmiyorum da varmış işte.” şeklinde
cevap verirler. Yani çoğu iddiasını ispatlayamaz bile. Nazarın Kur’an’da
geçtiğini iddia eden kişilerin az bir kısmı sözde delil getirilen ayetlerin
hangileri olduğundan haberdardır.
Öncelikle nazar kelimesinin kökü olan n-z-r kökü “bakma, bakış”
anlamına gelmektedir ve Kur’an’da bu kökten türetilmiş kelimeler 108 yerde
geçer. Bazı örnekleri: “siz bakıyorken (2/50), bize bak (2/104), onların
yüzlerine bakılmaz 2/162), onlara göz açtırılmaz (3/88), bir görün (3/137),
bakın (6/99), sana bakayım (7/143), hiç bakmadılar mı (7/185), görelim diye
(10/14), göreceğiz (27/27)…" Hiçbir ayette nazar, bizim bildiğimiz anlamı olan
“sadece bakma ya da hasetlik içeren duygular besleme ile eylemsiz zarar verme”
anlamında kullanılmaz. Kur’an’da nazar inancını temellendirecek herhangi bir
ayete rastlamak mümkün değildir. Ancak bazı ayetlere/surelere zorlama yorumlar
getirilerek güya nazara delil gösterilmektedir. Gelin o ayetleri/sureleri
birlikte inceleyim.
* Kur’an’ın son iki suresine muavvizât/muavvizeteyn (felak ve
nas sureleri) denmektedir. Bu iki surede bazı şerli unsurlardan Allah’a
sığınmak öğütlendiği için bu ismi almışlardır. Bu surelerde bazı yaratılmışların,
karanlığın, düğümlere üfleyenlerin, hasetçinin, vesveseci insanların şerrinden
Allah’a sığınılması önerilir; ancak “nazar edenden”, “gözü değen” veya “nazar
değmesinden” şeklinde herhangi bir ifadeden söz edilmez. Buna rağmen,
geleneksel din anlayışında göz değmesi çoğunlukla Felak suresinin son ayetine
dayandırılır. Bu ayette “haset ettiği zaman, haset eden kişinin şerrinden" Allah’a
sığınmamız önerilir. Dikkat edilirse burada, “haset eden”den bahsedilmektedir
ve “haset ettiği zaman” şerrinden sığınmak tavsiye edilmektedir. Bu nokta
önemlidir. Haset etmek yani kıskanmak, kıskanılan kişinin sahip olduğu
nimetlerin elinden gitmesini dilemektir. Haset eden kişinin duyguları gerek
sözlerine gerekse de tavırlarına ve eylemlerine yansır. Sözleri; karşı tarafı
rahatsız ederek psikolojik olarak kötü etkilemesine, moralinin bozulmasına
sebep olabilir. İşi eyleme dökecek olur ise de kıskandığı kişinin işlerinin yolunda
gitmemesi için uğraşabilir, arkasından kuyu kazabilir,
dedikodusunu ederek ona iftiralar atarak türlü entrikalar içine girebilir… Yapabileceği kötülüklerin ucu bucağı yoktur. Haset edenin şerrinden bu yüzden
Allah’a sığınmak gerekir. Ancak kıskançlık kişinin kalbinde bir duygu olarak
kaldığı müddetçe karşı tarafa zarar vermesi mümkün değildir. Elmalılı M. Hamdi
Yazır bu durumu şu şekilde ifade etmiştir:
“Kıskançlık
kişinin kalbinde kuvvede (potansiyel halde) kaldıkça insanlar için tehlike arz
etmez. Aksine bu durumda, hasetçinin kendisini kahreder, yer bitirir. ‘Keskin
sirke küpüne zarar’ hükmü gereğince kıskanç da kendi bâtınını çürütür.”
(Elmalılı, 9/357)
Ki sırf haset etmekle haset edilene zarar verilebilseydi en
çok göz önünde bulunan, halkın karşısına çıkan, sevenleri olduğu gibi çok
sayıda sevmeyenleri de olan siyasetçilerin nazar yüzünden yataklarından
kalkamamaları gerekirdi. Muhalefetler iktidara gelebilmek için bunu sıkça
kullanırdı. Ya da savaşlarda topsuz, tüfeksiz, silahsız, sopasız karşı taraf
alt edilebilirdi. Herkes istediği anda istediği kişiyi yerle bir ederdi. Ki
böyle bir güç “Ben de sizin gibi bir beşerim.” diyen peygamberimize bile
verilmediğine göre, bu gücün kimseye verilmiş olma olasılığı yoktur.
“Eğer ki birilerinin
hasedi, kıskançlığı diğerini bozguna uğratabilseydi Hz. Muhammed’in nübüvvetten
sonra yirmi üç yıl değil, yirmi üç gün bile hayatta kalmaması gerekirdi.”
Mehmet Durmuş
Yani haset edenin şerri, hasedini dışa vurup eyleme
geçirdiği zaman tehlike arz etmektedir. Bakışların, bakış olarak kaldığı müddetçe,
karşı taraf için bir tehlikesinden bahsetmek mümkün değildir.
* Nazara bir diğer delil(!) getirilen ayet ise “Seni
neredeyse gözleri ile devireceklerdi” ifadesi geçmesi nedeniyle Kalem Suresinin
51. ayetidir.
“O kafirler (gerçeği örtenler), Zikri (Kur’an’ı/vahyi/mesajı)
işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. ‘O,
gerçekten bir delidir.’ diyorlardı. Oysa ki Kur'an, tüm insanlık için bir
öğüttür.” 68-Kalem/51,52
Ayette açık ve net bir şekilde Mekkeli kafirlerin
peygamberimize kin ve nefret dolu gözlerle baktığı, Türkçede kullandığımız
deyimimizle “nefretlerinin adeta gözlerinden okunduğu, ellerinden gelse bir
kaşık suda boğacak gibi baktıkları” anlatılmaktadır. Yani ayette iman
etmeyenlerin nefret dolu bakışlarından söz edilmektedir.
Ayetin dikkat edilmesi
gereken iki önemli noktası vardır. İlki, “vahyi işittikleri zaman” nefret dolu
gözlerle bakmalarıdır. Yani asıl mesele peygambere değil, Kur'an’a karşı öfke ve
tahammülsüzlüktür, iman etmeyenlerin aleyhine olan, işlerine gelmeyen,
oyunlarını bozan vahiyden duydukları rahatsızlıktır. Kafirler Kur'an ayetlerini
işittiklerinde; gerçekler hoşlarına gitmemiştir, kabullenmek istememişlerdir,
amaçlarına uymamıştır ve bu sebepten hakikate ve hakikati getirene kin, nefret
ve öfkeyle bakmışlardır şeklinde yorumlayabiliriz. İkinci önemli kısım ise
“neredeyse” ifadesidir. “Neredeyse” dediğine göre; her ne kadar bakışlarıyla
devirecek gibi kin, nefret ve öfke ile baksalar da bakışlarıyla devirememiş,
bakışlar ile bir zarar verememişlerdir.
“Şayet Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, bunu O'ndan
başka giderecek yoktur. Fakat sana bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse
gideremez. Bil ki O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” 6-Enam/17
* Şimdi sıra geldi, benim bu ayeti nazara delil
getirdiklerini ilk duyduğumda “yok artık” deyip inanamadığım ayete. Aklı
başında olan hiçbir insanın bu ayeti okuyunca aklına nazar geleceğini
zannetmiyorum ancak önüme delil amaçlı getirildiği için bahsedeyim dedim.
Sizler de bazılarının çıkarları uğruna ayetleri ne denli çarpıtıp saptırabileceklerini
görmüş olun. Zannımca içlerinden en zorlama yorum getirilen ayet budur:
“ (Yakub) dedi ki: ‘Ey oğullarım! Şehre bir kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi
sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim.
Tevekkül edenler de yalnız O'na tevekkül etsinler’” 12-Yusuf/67
Olayı ve ayetin bağlamını kavrayabilmek adına önceki ayetleri
de okumanızı öneririm. Hz. Yakub oğullarını işgal altındaki bir şehre gönderiyor
ve şehre topluca bir yerden girmemelerini tavsiye ediyor. Bu tavsiyenin sebebi,
toplu bir şekilde girerlerse göze çarpıp dikkat çekecek olmaları. Bu yüzden
belki başlarına bir iş gelebilir diye düşünüyor. Onları böyle bir duruma
düşmekten sakındırmak için bu tavsiyeyi yapıyor. Çünkü birinci seferinde
oğulları Mısır'da tanınmış ve Hz. Yusuf'dan gördükleri ikram ve ilgi yüzünden
özellikle görevliler tarafından tanınan, bilinen kişiler olmuşlardı.
Anlaşılıyor ki, Hz. Yakub, tehlike oluşturabilecek bir durum sezmiş ve buna
karşı oğullarının fazlaca dikkat çekmeden, ayrı ayrı kapılardan şehre
girmelerini bir tedbir olarak görmüş, bunu tavsiye etmiş ve bununla beraber
tedbiri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmek gerektiğini vurgulamış. Kısacası
ayette açık ve net bir şekilde tehlike oluşturabilecek durumlarda “tedbirli
olmak” öğütlenmiştir. Bu ayette oğullarına nazar değeceğinden endişe ettiği
için ayrı kapılardan girmelerini tavsiye etmesi yorumu fazlaca zorlama bir
yorumdur, önceki ve sonraki ayetlerle de alakasızdır. Bunu nazara yormak akl-ı
selimlik ibaresi değildir.
Nazar İnancının
Bilimsel Bir Dayanağı Var mıdır?
Dünya üzerinde uydurma inançları benimsemiş çoğu din
mensubu, inançlarına bilimsel bir dayanak arayarak bu uydurmaları meşrulaştırmaya
çalışmışlardır. Nazar inancının Kur'an-i, dini bir dayanağı olmadığını görüp de
kabullenmek istemeyenler bu sefer kendilerine bilimsel bir kılıf arayışına girmişlerdir.
Bu konudaki açıklamaların, daha doğrusu ortaya atılan iddiaların bazıları şu
şekilde:
“Nazar bilimsel olarak çözüldü, insanların gözlerinden gama ışınları
çıkıyor, bu ışınlar nazardır. İnsanların gözlerinde morötesi ve kızılötesi
ışınlar vardır ve bu ışınlar kızgınlık, hırs ve kıskançlık duygusuyla karşıdaki
kişiye aktarılırsa o kişide ya da varlıkta tahribata neden olmaktadır. Çünkü bu
enerji nedeniyle karşıdaki varlığın biyolojik dengesi bozulmaktadır. Bu nedenle
bol ürün veren tarla yanmakta ya da ürün bozulmakta, doğal afet gelmekte, çok
güzel bir eşya kırılmakta, güzel insanların başına çeşitli hastalıklar, bünyesi
zayıfsa da ölüm gelmektedir.”
Bilim ile alakası olmayan kişiler tarafından,
bilim adına yapılıyor bu açıklamalar. Biraz düşünelim. Gerçekten de insanların
gözlerinden çıkan gama, mor ötesi, kızıl ötesi ışınları nazar değmesine sebep
oluyorsa; güneşten, cep telefonu ekranlarından, bilgisayar ekranlarından,
mikrodalga fırınlardan, elinizdeki kumandadan ve birçok teknolojik aletten üzerimize
sürekli bu ışınlar geliyor. Bu durumda güneş, televizyon ya da türlü teknolojik
cihazlar bizlere nazar değdiriyor demek mümkün olabilir mi? Bunu aklınız kabul
ediyor mu? Sizleri bir miktar akıl-mantık çerçevesinde düşünmeye davet
ediyorum.
"Nazar konusunu pozitif bilimlerin yöntemiyle açıklama imkânı
bulunmamaktadır… Burada inancı ilgilendiren en önemli husus nazar kavramı
etrafında oluşturulan kurşun dökme, çeşitli hayvanların resim veya kemiklerini
kullanma gibi uygulamalar İslâm dışı gelenek ve uygulamalardır. Allah’a dayanma
yerine bazı şeylere sığınma, Allah’ın yaratıcı ve koruyucu sıfatlarını
yaratıklara devretme anlamı taşıyan bu tür davranışları İslâmî açıdan onaylamak
mümkün değildir." (DIA, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Nazar maddesi.)
“Nazara bilimsel kılıf arama gibi bir hezeyan kulaktan
kulağa oldukça yayılmış, bu şekilde meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Oysa bir
konunun bilimsel olup olmadığını anlamanın açık bir yolu vardır. Eğer bir
çalışma uluslararası düzeyde kabul görmüş bir bilim dergisinde makale olarak
yayımlanmışsa, bu konu bilimsellik kazanmıştır demektir. Bu dergilerin sayısı
çok fazla değildir. Bu dergilerin, bilimsel çalışmayı yayımlama kriterleri
vardır. Bu kriterlere uyuyorsa, o takdirde yayımlanabilir; yoksa siz 50 yıllık
profesör olsanız, 500 kitap yazmış olsanız dahi, bu ölçütlere uymuyorsa
yayımlanmaz. Bu dergilerde yayımlanmış bazı konuların bilimsel olup olmadığı
yeni baştan tartışılabilir. Ama burada yayımlanmamış bir konunun bilimsel
olarak ispatlandığı iddia edilemez. Bu bilimsel dergilere iki örnek vermek
istiyorum: Science (Bilim) www.science.com ve Nature (Doğa) www.nature.com.
Nazarın veya başka konuların bilimsel olarak kanıtlandığını iddia eden bir
kafa, bu konunun hangi bilim dergisinin hangi sayısında olduğunu belgelerse,
bunun bilimsel olduğunu düşünebiliriz.” (Nazar Ya Da Göz Değmesi Var Mı? www.erdemyolu.com )
İnsanlar Kendilerine
Nazar Değdiğine Neden İnanmak İster?
İnsanlar kendisine ve sevdiklerine (çocuğu, eşi, anne babası)
nazar değdiğine inanmak isterler. Eğer kendilerine nazar değdiğine inanmışlarsa
bunu ortamlarda sıkça anlatırlar. Bu hoşlarına gider. Peki ya neden? Tek kelime
ile kibirlerinden. Çünkü nazar değmenin şartı; kendisine imrenilerek
bakılmasıdır, başkalarının sana özenmesi/seni kıskanmasıdır, kendinde
başkalarının hoşuna gidecek özellikler barındırıyor olmaktır. Bu özellikleri
barındıracak kadar iyi konumda olduğunu düşünmek isteyen burnu kaf dağındaki
insanın; nazar inancı gururunu okşar, egosunu kabarttıkça kabartır. Ayrıca başlarına
gelen olumsuzluklardan kişilerin sorumluluk hissetmemesi, hatalarıyla yüzleşmek
istemeyerek vicdanlarını rahatlatması için bir numaralı kaçış yoludur nazar.
Yaşadığımız Olumsuzlukları
Dış Etkenlere Bağlamak Gerçekçi midir?
İnsan yaşamı; Allah’ın yasaları ve kuralları gereğince bir
neden-sonuç zinciri halinde ilerler. Allah evrensel fizik, kimya, biyoloji
yasalarını (kader), sosyal kanunları (sünnetullah) koyar. Örneğin su yüz
derecede kaynar, ateşe elini uzatırsan yakar. Fakat insanın ateşe elini sokup
sokmayacağı kendi seçimidir. Aynı şekilde Allah sünnetullahı gereği iyi ve
doğru işler yapan dürüst insanların yanında olacağı, onlara yardım edeceği,
gözlerini ve gönüllerini açacağı sözünü vermiştir. Örneğin hiçbir karşılık
beklemeden iyilikte bulunmamızın ardından başka alandaki bir sorunumuzun
sandığımızdan daha kolay çözüldüğünü çok defa tecrübe etmişizdir. Bu kanunlara
uygun hareket eden insanlar ilahi adalet gereğince hayatlarını; daha az sorun
yaşayarak, daha huzurlu bir şekilde devam ettirirler. Allah’ın ilke ve
yasalarına uygun hareket etmeyenler ise yine ilahi adalet gereği daha problemli
bir hayat yaşarlar.
Toplumumuzda sıkça yaşanan şu örneği vereyim: Bebekler dış
dünya ile yeni yeni tanışmaya başlarlar ve mikroplara karşı henüz güçlü bir
bağışıklık sistemleri yoktur. Yetişkinlere nazaran daha kolay ve sık hasta
olurlar dolayısıyla daha çok korunmaya ihtiyaçları vardır. Bu Allah’ın
biyolojik yasalarından biridir. Bebek yeni doğduğu sıralar eş dost bebek
görmeye gelir. Evin misafirleri bir süre eksik olmaz. Ne tesadüftür ki yoğun
misafir akınından sonra bebek hasta olur. Annenin düşünmesi gereken, nerede
ihmali olduğu, nereden mikrop bulaşmış olabileceğidir. O bebek muhtemelen
misafirlerin kucağında dolaşmış; bir kısmı bebek dememiş, vücudu savunmasız
dememiş öpmüşlerdir. Anne yemektir, bulaşıktır, temizliktir derken misafir
ağırlama telaşesi içinde bebeği ihmal etmiş olabilir. Ya da ne bileyim bebek
belki ince giydirilmiş, cereyanda kalmıştır… Bebeğin hasta olması için bir sürü
etken mevcuttur. Fakat annenin aklına hemen ne gelir? Ayten’in mi nazarı değdi,
Nurten’in mi? Hangisi maşallah dememişti? Hangisi renkli gözlüydü?
“Nezahat çocuğumu sevmişti ama kim bilir içinden neler
geçiriyordu? Onun içi fenadır.” diye düşünen fesat kafalar, karşısındakinin
sevmesinden bile kuşkulanır hale gelir.
Hatta; kıskanan, çekemeyen, haset edenin kötü bakışının
etkileyeceğine inandıkları gibi tam tersi şekilde içtenlikle seven birisinin de
-özellikle çocuklara- zarar verebileceğine inandırabiliyor bazıları
kendilerini. Hadi diyelim kıskançlıkla, nefretle, olumsuz duygularla ortaya
çıkan kötü enerjinin karşısındakine zarar vereceğine (güya bilimsel olarak)
inandırdın kendini, peki ya sevgi? Kendi annesinin çocuğa nazar
değdirebileceğine inananlar dahi var! Candan seven, kanı kaynayarak bağrına
basan samimi birinden ne gibi kötü enerji yayılabilir?
Bu inanca göre etraftaki -dost/düşman, seven/sevmeyen- herkes bakış ve düşünceleriyle zarar verme potansiyeline sahip olduğundan birilerini sürekli zan altında bırakmaya da sebep olmaktadır. Nihayetinde insanların birbirine olumsuz duygular beslemesine, yüzlerine gülüp arkalarından kötü zanlarda bulunmalarına yani iki yüzlü davranışlara, iftiralara, insanların birbirine düşürmeye neden olabilmektedir.
Oysa yüce Allah kitabında başımıza gelen
olumsuz durumlardan kendimizi sorumlu tutmamızı istiyor. Diğer türlü
yaşadığımız sıkıntılara sorunlara nasıl çözüm üretebiliriz ki? Kendimizi
sorumlu görmemiz, 5N1K sorularını sorarak sorunun esas kaynağını bulmamızın
yolunu açar. Diğer türlüsü yani uğursuzluk, nazar gibi batıl gerekçeler sadece
avunmaya ve sorunların üstünü örterek belki psikolojik olarak aldatıcı bir
rahatlama yaşanmasına neden olur.
“Ne yazık ki bizler
nazar kelimesini, kendi hatalarımıza, sevmediğimiz hoşumuza gitmeyen insanların
davranışları üzerinden, başımıza gelen üzücü olaylara bir kılıf, bir mazeret
olarak kullanıyoruz. Şunu lütfen unutmayalım. Hiç kimsenin bir başkası
üzerinde, kendisi istemediği takdirde bir gücü bir etkisi yoktur. Başımıza
gelen her musibet ya da mükafat, bizlerin yaptıklarının Allah’tan karşılığıdır.
Bunun tersini düşünmek, hem yaradanın adaletine ters düşer, hem de bu dünyada,
imtihan olduğumuz gerçekleri ile asla bağdaşmaz.” Haluk Gümüştabak
“Başınıza gelen her türlü musibet (bela, kötülük,
olumsuzluk), sizin kendi ellerinizin işlediklerinden kaynaklanmaktadır. Allah,
çoğunu da affetmektedir.” 42-Şura/30
“Sana gelen her iyilik, bil ki Allah’tandır. Sana gelen her
kötülük de kendindendir…” 4-Nisa/78,79
“…Sonuçta herkes kendi kazandığına bağlıdır, yani ona göre
ceza veya mükafat görecektir.” 52-Tur/21
“…Herkes işlediği amellerin, hak ettiklerinin getirisine
mahkumdur.” 74-Müdessir/38
Nazar İnancı Kime,
Neye Hizmet Eder?
Nazar inancı sonucu birçok sektör doğmuştur. Dinsel bir
dayanağı olmayan ancak kendisi ile insanların korkutulduğu batıl bir inanış
olur da, bundan korunma yöntemleri uydurulmaz olur mu hiç? Okuyup üfleyen,
hatta tüküren üfürükçüler, nefesi güçlü hoca efendiler, nazarlıklar, mavi
boncuklar, kumaş parçaları, kurşun dökmeler, muskalar, tılsımlar, hamaylılar,
cevşenler, nazar boncukları ve daha onlarca fetiş (doğaüstü gücü olduğuna
inanılan canlı veya cansız varlık: tapınak veya put) inançlar…
Nazar inancının
yayılması için uğraşanlar, bunun ilacının da yine kendilerinde olduğunu
söyleyerek halkı kendilerine muhtaç etmişlerdir. Nazar inancıyla birlikte din
tüccarlarına adeta yeni bir pazar alanı doğmuştur. Dini ticari bir meta haline
getirenlere karşı dikkatli olmamız konusunda Allah bizleri uyarıyor
ayetlerinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun…” 36-Yasin/71
“Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu
az bir şey karşılığında satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir
şey doldurmuyorlar...” 2-Bakara/174
Yorumlar
Yorum Gönder