Sünnet Nedir, Ne Değildir?

SÜNNET (PEYGAMBERİMİZİ ÖRNEK ALMAK) NEDİR,

NE DEĞİLDİR?

 

Geleneksel dini anlayışta “sünnet ve peygamberin örnek alınması” ile anlaşılan genellikle peygamberimizi birebir kopyalamak, aynen taklit etmek şeklindedir. Bu nedenle şekilci bir dindarlık anlayışı hakim olmuş, şeklen peygamberimize -daha doğrusu o dönemki Arap kültürüne- benzeyen ancak özü, ilkeleri, değerleri itibariyle peygamberimizden ve onun getirdiği mesajdan hayli uzak bir dindarlık (!) türemiştir.

 

Birini örnek almak demek, onun fikirlerini, amacını çok iyi anlamak ve bu doğrultuda o neyi, ne amaçla yapıyorsa, o amacı amaç edinmek demektir. Amaçlar göz ardı edilirse ortaya çıkan şey taklitçilikten öteye geçemez, yapılan eylemlerde amaç ortadan kaldırılıp eylemin kendisi kutsallaştırılır ve bu eylemler amaçsız ve anlamsız ritüeller haline gelirler.

 

Fıkıhta peygamberi örnek almak konusunda ortaya çıkan farklılıklar teessi/ittiba/iktida ve teşebbüh/taklit gibi kavramlarla ifade edilir. Konuyu daha iyi anlamak için bu kavramları inceleyelim.

 

Teessi (örnek almak), ittiba (izlemek, tabi olmak) ve iktida (rehber edinmek) Hz. Peygamber'in davranışlarını bilinçli olarak örnek almayı ifade etmektedir. Teşebbüh (benzemek) ve taklit ise ona ait bir davranışı bilinçsiz ve delilsiz olarak harfiyen yerine getirmek manasında kullanılmaktadır.

 

Teessi: Hz. Peygamber, fiilini hangi sebep ve maksatla yapmışsa o amaç ve niyet doğrultusunda yapmaktır. Aynı şekilde o bir fiili hangi sebep ve amaçla terk etmişse o amaç doğrultusunda terk etmektir. Fiilde niyetler ve amaçlar önemlidir ve ona itibar edilmelidir.

 

İttiba: Bir kimsenin, başka bir kimsenin dayandığı delili de bilerek görüşünü kabul edip onunla amel etmesidir.

Kur’an’da ittiba kelimesi iki ayette geçer (Bakara 2/178; Nisa 4/157), aynı kökten fiil kalıbında da 135 ayette zikredilir.[1] Bu ayetlerde kimlerin inanç ve amelle ilgili sözlerinin dinlenip peşlerinden gidileceği, kimlerin sözlerinin dinlenmeyeceği hususunda ayrıntılı bilgilere yer verilmiş ve bu ayetlerin çoğunda Allah ve resulüne ittiba etmenin gereği üzerinde durulmuştur. Şöyle ki: Allah’ın rızasına (Al-i İmran 3/162,174; Maide 5/16), Allah’ın yoluna (Mü’min 40/7), Allah’ın hidayetine (Bakara 2/38; Taha 20/123), Allah’tan indirilene / vahye (Enam 6/50; Araf 7/203), Kur’an’a (Bakara 2/170), ayetlere (Taha 20/134), şeriata (Casiye 45/18), hakka (Muhammed 47/3), zikre (Yasin 36/11), nura (Araf 7/157), dine (Al-i İmran 3/73), sırat-ı müstakime / İslam’a (Enam 6/153) ve Hz. Peygamber’e (Bakara 2/143) ittiba emredilmiş ve övülmüştür.

Buna karşılık şeytana (Bakara 2/168), kafirlerin, ehl-i kitabın, ayetleri yalanlayanların ve bilmeyenlerin heva ve heveslerine (Enam 6/56,150; Rad 13/37; Casiye 45/18), insanın kendi hevasına, şehvetlerine (Nisa 4/27), batıla, Yahudilik ve Hıristiyanlığa (Bakara 2/120), Allah’ı kızdıran şeylere (Muhammed 47/28), zalimlerin emirlerine (Hud 11/59), bozguncuların yoluna (Araf 7/142), zanna (Yunus 10/66) ve müminlerin yolundan başka yollara (Nisa 4/115) uyulması nehyedilmiş ve yerilmiştir.[2]

 

Taklid: İttibanın mukabili (karşıtı) olan taklid, bir kimsenin dayandığı delili bilmeden görüşünü kabul edip onunla amel etmektir. Bu kişiye de mukallid denilir.

Gazali'nin ifadesine göre taklit, bir sözü veya davranışı herhangi bir delil olmaksızın (maksadı gözetmeksizin) inceleme ve araştırma yapmaksızın olduğu gibi kabul etmektir. Bu bağlamda taklit insanı bilgiye götüren bir yol değildir.[3] Ona göre "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme"[4], " ...ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeniz..."[5], "...Biz sadece bildiğimizle şahitlik ediyoruz."[6] ve "De ki: getirin delilinizi."[7] gibi ayetlerin hepsi taklidi yasaklamakta ve bilmeyi, araştırmayı emretmektedir.

 

Teşebbüh: Hz. Peygamber'e şeklen benzemek anlamına gelir. Yani onun davranışlarının amacını gözetmeden sırf peygamber öyle yaptığı için şeklen ve sureten öyle yapmaktır.

 


Kimisi peygambere tabi olmak (ittiba) ile onu taklit etmeyi; onu örnek almak (teessi) ile ona benzemeyi (teşebbüh) birbirine karıştırmaktadır. Oysa Allah'ın bizden istediği, onu taklit etmek veya şeklen ona benzemek değil, onu rehber edinmek (iktida), onu örnek almak (teessi) ve ona tabi olmaktır (ittiba).[8] O halde örnek alma, ittiba ve iktida ile teşebbüh ve taklit arasındaki farkları şöyle sıralamak mümkündür:

 

a. Örnek almak her zaman bilinçli ve istemli bir davranıştır. Taklitte bu bilinç ve istem çoğu zaman bulunmaz ve kişi neyi niçin taklit ettiğinin bilincinde olmaz.

 

b. Taklit delilini, kaynağını, dayanağını ve amacını araştırıp öğrenmeksizin bir görüş ve davranışı aynen tekrarlamaktır. Halbuki örnek almak, amacını delilini ve kaynağını bilerek bir görüş ve davranışı izlemektir.

 

c. Örnek almada örnek alınan davranışın benimsenerek içselleştirilmesi amaçlanırken, taklit etmede böyle bir amaç yoktur. Başka bir deyişle, örnek almak öze ilişkin bir faaliyet iken, taklit etmek biçimsel bir eylemdir.

 

d. Örnek almak, insanın kişilik ve davranışlarında ciddi ve kalıcı değişimlere yol açar. Taklit ise kişinin sadece davranışlarında yüzeysel ve biçimsel bir değişim doğurur.

 

Hz. Peygamber'in sünnetini doğru anlamak ve onun örnekliğini iyi kavrayabilmek için taklit ile örnek alma arasındaki farkların dikkate alınması gerekir. Çünkü Kur'an bizden Hz. Muhammed'i taklit etmemizi değil, örnek almamızı istemektedir. Kur'an'ın, insan olması itibariyle Hz. Peygamber'in maruz kaldığı yanılmalarla işaret etmesi, onun bütün davranışlarını taklit etmememiz gerektiğini göstermektedir.[9] Ayrıca peygamberimizin yaptığı her davranışının her sözünün vahiy kaynaklı olmadığına, her söz ve davranışını peygamber vasfıyla gerçekleştirmediğine, onun insan olmasından dolayı dini hüküm içermeyen söz ve davranışları da olduğuna şu rivayetlerde anlatılan olaylar güzel birer örnektir:

 

“Hubab b. Münzir, Allah Resulü’ne (sas) gelip; “Ya Resulullah! Ordunun burada konaklatılması Allah’ın bir emri mi, yoksa sizin kendi görüşünüz mü?” diye sorunca, peygamberimiz: “Benim fikrim” demişti. Hubab b. Münzir bu sefer gerekçesi ile konaklanan yerin savaşı uzatacağını ve bununda çok acı sonuçlara mal olacağını söylemiş; peygamberimiz (sas) hemen sahâbeye Hubab’ın fikrine uygun olarak Bedir kuyularının arka tarafına konaklanması emrini vermişti.”[10]

 

“Resulullah ile birlikte hurmalıklarının başında bulunan bir topluluğa uğradım. Allah’ın Resulü (orada bulunanlara bahçelerinde çalışanlarla ilgili olarak) 'Bunlar böyle ne yapıyorlar?' dedi. Onlar da çiçeğin erkeğini dişininkine aktarmak suretiyle aşılama yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine Resûlüllah 'Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.' buyurdular. (Aşılamayla uğraşan kişiler) Resûlüllah’ın bu haberini alınca yapmakta oldukları işi terk ettiler. Sonra (onların aşılamayı) terk ettikleri haberi Resûlüllah’a ulaştırılınca şöyle buyurdu: 'Bu, onlara bir fayda temin ediyorsa, bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O’na asla yalan isnat etmem.'[11]


 


 

Bazı Fıkıhçıların Konu Hakkındaki Görüşleri

 

Gazali; Hz. Peygamber'i örnek almak (teessi) ile ona benzemeyi (teşebbüh) birbirinden ayırmış, ona benzemeyi, kendisine gösterilen saygı ve tazimi (hürmet) ifade ettiğini söyleyenlere: "Peygambere benzemek (teşebbüh) onu tazim etmek değildir." demiş ve bunu şöyle bir örnekle açıklamıştır: Bir krala saygı göstermek, onun emir ve yasaklarına boyun eğmektir. Yoksa o bağdaş kurarak oturduğu için bağdaş kurmak, o sedire oturduğu için sedirde oturmak saygı değildir. Hz. Peygamber, bir şeyi adak olarak adadığı zaman, onun adak adadığı gibi bizim de adamamız ona saygı değildir. Yine o boşanma, alım satım vb. işlemlerde ona benzemeye (teşebbüh) çalışmak tazim değildir."[12] O, Menhuladh eserinde Peygambere benzemenin (teşebbüh) sünnet olduğu anlayışını eleştirir ve şöyle der: "Hz. Peygamber'in yeme, içme, ayakta durma, oturma, bir yere dayanarak oturma ve uzanma gibi mutad (alışıla gelen, adet olmuş) olan fiillerinin hepsi için bir hüküm söz konusu değildir. Bazı hadisçiler bütün fiillerinde Hz. Peygamber'e benzemenin sünnet olduğunu zannetmişlerdir ki bu yanlıştır."[13]

 

el-Amidi’ye göre; bir kişiyi örnek almak (teessi) demek "onun davranışlarının benzerini, hangi sebep ve maksatla yapmışsa o sebep ve maksatla yapmaktır." Örnekliğin, örnek alınanın fiili sebebiyle olması gereklidir. Aksi halde şekil ve vasıfta iki şahsın fiili aynı olsa bile, örnek alanın fiili örnek alınandan dolayı olmazsa, niyet ve maksat farklı olursa birinin diğerini örnek almasından bahsedilemez.[14]

 

İbn Teymiyye; sünnetin anlaşılması ve Hz. Peygamber'e ittiba konusunda fiilin şeklinin değil niyet ve maksadın hedeflenmesi gerektiğini söylemektedir. O, kastın ve niyetin amelin kalbi olduğunu belirtmektedir. İbn Teymiyye, Hz. Peygamber'in sünnetine uymayı, onun her yaptığını yapma şeklinde değil, amaçladığını yapmak şeklinde anlamaktadır.[15]

 

 

Parmak Ay’ı Gösterirken…


Allah’ın bütün elçilerinin insanlara ulaştırdığı ana mesajı hak, adalet, barış ve özgürlüktür. Hepsi insanların özgür bir biçimde, barış ortamında, huzur ve güven içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşmış; insanın insana kulluğunun, her türlü sömürü ve istismarın, zulmün ve zorbalıkların, haksızlık ve adaletsizliklerin son bulması için mücadele vermişlerdir. Bu mücadelenin ana çerçevesini oluşturan, hayat rehberi, insanın kendini kullanma kılavuzu olan ilahi mesajı insanlara ulaştırmaya çalışmışlardır. İşte peygamberlere tabi olmak (ittiba), onları örnek almak (teessi), onlara benzemek (teşebbüh); onların hayat amacını hayat amacı edinmekle, onların verdiği mücadeleyi vermekle, ilahi mesajı okuyup anlayıp insanlara ulaştırmakla, onların işaret ettiği yere bakmakla mümkündür.

 

Şu unutulmamalıdır ki elçiler de bizim gibi birer insandılar (41/6, 25/7) ve içinde yetiştikleri toplumun, kültürün izlerini taşımışlardır. O çağda ve coğrafyada ne yeniyorsa onlardan yemişler, ne giyiliyorsa onlardan giymişler, araç gereç olarak neler kullanılıyorsa o araç gereçleri kullanmışlardır. Evet içlerinde bulundukları toplumda sivrilmiş, farklarını ortaya koymuşlar ancak bu fark şekilsel bir fark değil, ilke ve değer odaklı ahlaki bir fark olmuştur. Nitekim peygamberimizi tanımayan, dışarıdan gelen yabancının peygamberimizin bulunduğu ortama girdiğinde onu dış görünüşünden ayırt edemediği için “Hanginiz Muhammed?” diye sorduğu rivayet edilir.[16]

 

 

Konuyu özetleyen bir söz var “Parmak Ay’ı gösterdiğinde parmağa değil Ay’a bakmak lazım.”

 


 

→ Sarık, cübbe, şalvar giymeyi sünnet zannetmek Ay’ı gösteren parmağa takılı kalmaktır. Parmağın işaret ettiği yere bakmak; Kur’an’da giyim konusunda bildirilen ilkeler (33/59, 24/31) çerçevesinde yaşadığımız toplumun örfüne uygun giyinmektir.


→ Misvak kullanmayı sünnet zannetmek Ayı gösteren parmağa takılı kalmaktır. Parmağın işaret ettiği yere bakmak; mevcut şartlarda en güzel yöntemle dişleri temizlemek, hijyenimize özen göstermektir. 


Hurma ile oruç açmayı sünnet zannetmek Ay’ı gösteren parmağa takılı kalmaktır. Parmağın işaret ettiği yere bakmak; bölgemizde yetişen ve herkesin ulaşabildiği bir gıdayla orucumuzu açmak, mütevazı, gösteriş ve israftan uzak, orucun anlam ve amacına uygun bir iftar yapmaktır.

 

Erkeklerin altın yerine gümüş yüzük takmasını sünnet zannetmek Ay’ı gösteren parmağa takılı kalmaktır. Parmağın işaret ettiği yere bakmak; toplumda açlık ve sefalet içinde olanlar varken lüksten, gösterişten, şatafattan uzak durmak, sosyal adaleti sağlamaktır. Komşusu açken tok yatmamaktır.

 

Arapça’yı kutsallaştırarak ilahi mesajı (Kur’an’ı) anlamadığımız dilde okumayı, anlamadığımız dilde, anlamadığımız cümlelerle Allah’a yakarmayı sünnet zannetmek Ay’ı gösteren parmağa takılı kalmaktır. Parmağın işaret ettiği yere bakmak; kendi dilini en güzel şekilde kullanıp kitabı en iyi nasıl anlayacaksan o şekilde okumak, Allah’a en içten nasıl yakaracaksan o dilde dua etmektir. Çünkü peygamberimiz öyle yapmıştır.

 

 

Sözün özü;

Dinin temeli hak, adalet, barış, özgürlüktür. Bunun yerine şekilciliği dinin temelinde görenler, sünnet deyince kılık-kıyafet ve şekil anlayanlar inançlarını Kur'an'a dayandırmıyor, geleneği din ediniyordur; peygamberimizi örnek almış olmuyor, Arap örfünü taklit etmiş oluyordur.

 

 

 

 

 

Öneri Makaleler/Yazılar:

 

* Hz. Peygamber’in Örnekliğinin Günümüzdeki Önemi (Teşebbûh-Taklid ile İktida-Teessi-İttiba Kavramları İle) – H. Musa Bağcı

 

* Hanginiz Muhammed? – R. İhsan Eliaçık


* İftarda Hurma mı Kayısı mı? - Sait Çamlıca


 

Öneri Kitap:


* Kur'an ve Sünnet Ama Hangi Sünnet – Zeki Bayraktar


* Peygamberimizi Çağa Taşımak - Sait Çamlıca


* Üç Muhammed - Mustafa İslamoğlu





[1] M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “tbʿa” md.

[2] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “İttiba” maddesi.

[3] el-Gazali, el-Mustasfa, II, 387.

[4] İsra 17/36

[5] Bakara 2/169

[6] Yusuf 12/81

[7] Bakara 2/111

[8] Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu, s.282

[9] İsmail Hakla Ünal, Hadis, s. 98-99 ; Taklit ile ittiba'nın farkı için bkz: Abdulvahhap Hallaf, İslam Hukuk Felsefesi (Çev: Hüseyin Atay), Ankara, 1985, Hüseyin Atay'ın eserin baş tarafına yazdığı Giriş yazısı, s. 80 ; Ali Çelik, Sünnete İttiba Konusunda Farklı Eğilimler, s. 78-79 ; Hz. Peygamber'in uyarıldığı ayetler için bkz: Enfal/67-68; Tevbe/43, 80-85; Münafikun/6; Tahrim/1; Abese/1-10.

[10] lbn Hişam, II, 238; Köksal, I, 111.

[11] Müslim, Fedail,139; İbn Hanbel, 1/162; İbn Mace, Ruhûn, 15

[12] el-Gazali, a.g..e. II, 218.

[13] el-Gazali, el-Menhul Min Talikatil Usul, Daru'l-Fikr. Beyrut, 1998, s. 312.

[14] el-Amidi, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam, I, 172.

[15] İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetava, II. 385 : V. 429

[16] Buhari; Kitabu’l-ilm, 57.

Yorumlar