Parayla Saadet Olur mu? - Maslow'un İhtiyaçlar Piramidi

Geçen gün, çocuğuna zorla tıp yazdıran bir baba ile diyaloğumuz oldu.


"Bizimki başka bölüm istiyordu, başka bölümü hedefleyerek sınavlara hazırlandı ama puanı yüksek gelince o kadar puan ziyan olmasın diye o istemese de ben tıp yazdırdım." dedi.


"Puan ziyan olmasın derken çocuğunuzu ziyan etmişsiniz, ona büyük kötülük etmişsiniz." dedim. "Ne kötülüğü? Ne güzel işsiz kalma derdi yok, mezun olur olmaz atandı." dedi adam.


"Genelde tıp okuyanların çektikleri zorlukları bir kendileri bir de aileleri bilir ama siz öyle kolaymış gibi anlatıyorsunuz ki pek uzaksınız galiba mevzuya." dedim. "Olur mu tabi biliyorum. Benim çocuk ben onu bildim bileli ders çalışıyor. Tıp fakültesini okurken masa başında geçirdiği geceler yatağında yattığı gecelerden çoktu, sınav dönemleri stresten hasta olurdu, sırtında taşıyamayacağı boyunca kitaplar ezberledi, yıllarca ailecek nereye gitsek bizimle hiçbir yere gelemedi. 6 yıl bitti üstüne bir de 2 yıl gece gündüz TUS çalıştı, kolay olur mu ömründen ömür gitti." dedi.


"Kendisi ne diyor peki bu işe? Sonradan sevdi mi ya bölümünü/mesleğini?" dedim. "Valla o hiç sevemedi ama olsun mezun olur olmaz atandı." dedi.


Diğer bölümler 4 yıllıkken, siz çocuğunuzun 8 yıl psikolojik ve fizyolojik olarak kendini çok zorlamak zorunda kaldığı ve gece gündüz çalıştığından bahsediyorsunuz ama hala iş garantisi diyorsunuz. Söyler misiniz bu kadar emeği başka bir iş için verseydi işsiz mi kalırdı?" dedim. "Doğrusu işsiz kalmazdı, ama ne bilelim çocuğumuz doktor olsun istedik." dedi adam. Ardından da ekledi "Tıpın zor olduğunu görünce diğer çocuğa da diş hekimliği yazdırdım zaten. O da başka bölüm istiyordu ama ben diş istedim. Baktık ablası çok yıprandı, üstüne de hak ettiği parayı kazanmıyor (geç de olsa doktorların çok kazanmadığını idrak etmiş), oğlan diş okusun dedik."


"Diş hekimliği dediğiniz şeyin tıptan zorluk olarak çok bir farkı yok hem de çocuklarınızın ne istediğinin hiç mi önemi yok sizin için?" dedim. "Olsun, zamanında istemese de -gerçi hala da istemiyor- ama çok para kazanıyor." dedi.


"Çocuklarınıza yaptığınız şey, eskilerin deyimiyle SGK'sı var diye, zengin diye tanımadığı, sevmediği biriyle görücü usulü evlendirmekten farksız." dedim ve anlatmaya devam ettim.


Kızınız sabahlara kadar ders çalıştığında yalnızdı, siz uyuyordunuz. Artık hayatının rutini haline gelen zor sınavlara hazırlandığında yalnızdı, TUS ile cebelleşirken yalnızdı, acilde gece nöbet tutarken yalnızdı, nöbetinin 36. saatinde gözünden uyku akarken sorun çıkaran hastayla mücadele ederken yalnızdı. Siz kendi hayalinizi ona yaşatmaya çalışmışsınız ama o sorunlarla baş başa kaldığında sizi hep kötü yad edecek. Belki de siz ölüp gideceksiniz ama o hala hiç istemediği halde, tüm zorluklarıyla beraber sizin hayalinizi yaşamaya devam edecek.


Çocuklarını gerçekten seven hiçbir anne baba onlara bu kötülüğü yapmamalı. Kendi egolarını tatmin etmek için, kendi hayallerini yaşamak için çocukların hayatını çarçur etmemeli. Çocuklar ebeveynleriyle aynı hayalleri kurmuyor, aynı şeylerden mutlu olmuyor olabilir.


Ben üniversite sınavına hazırlanırken tıptan başka ikinci bir ihtimal düşünmeyerek, ilk yılda olmazsa oluncaya kadar sınava girmeye devam edeceğim diyerek, ortaokuldan beri doktor olmak isteyerek bu yola girdim. Buna rağmen ruhen, bedenen çok zorlandım, çok yıprandım ve hala da yıpranmaya devam ediyorum. Bu istekle okumama rağmen neredeyse her yıl acaba yanlış yolda mıyım, bunca zorluğu ne için çekiyorum diye düşündüm ama her seferinde kendim çok istediğim için düştüğümde kalkacak motivasyonu buldum. O motivasyonu bulamadığım zamanlarda da kendin ettin kendin buldun dedim kendime. Ama eğer ki beni buna ailem veya başkaları zorlamış olsalardı onlara öfke dolu olurdum. Her zorluk anında yaşadığım zorlukların sebebi olarak onları görürdüm -ki haksız sayılmazdım-, psikolojik olarak bunun altından kalkmakta çok zorlanırdım.


Konfiçyus'un "Sevdiğiniz işi yaparsanız bir gün bile çalışmış sayılmazsınız." diye bir sözü var, çok doğru. İnsan sevmediği işi yaparsa da isterse -dünyanın en cazip işi olsun- ömür boyu eziyet çeker. (Dünyanın en cazip işi derken doktorluğu kastetmiyorum yanlış anlaşılmasın. Günümüz koşullarında doktorluk, dünyanın en cazip bir işi olmaktan epey bir uzak.)



Sonra parayla huzur, mutluluk olur mu bunun üzerine konuşmaya başladık. Tahmin edeceğiniz üzere adam "Tabi parayla olur başka neyle olacak." tezini savunuyordu. Adamın gerçek huzur ve gerçek mutluluk duygularını şimdiye dek hiç tatmamış olduğunu düşündüğüm için onun adına üzüldüm.


Hiç parasız saadet elbette olmaz ama saadetin asıl kaynağı para değildir. Bunu biraz açıklayayım.



Maslow'un ihtiyaçlar piramidini duymuşsunuzdur. Bu piramitte hiyerarşik bir düzen vardır. Alt katlardaki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.


Piramidin tabanında fizyolojik ihtiyaçlar yer alır. Bunlar para ile sağlanabilir.


Piramidin ikinci katında güvenlik ihtiyacı bulunur. Bu da büyük oranda para ile sağlanabilir.


İşte paranın gücü, bu basamakları tırmanmanızda size yardımı buraya kadardır. Daha üst basamaklara çıkmanızı sağlayacak gücü yoktur.


Piramidin üçüncü katında sevgi/ait olma ihtiyacı bulunur. 


Paranız var diye etrafınızda arkadaşınız olur belki ama parayla sevgi ve güven duyacağınız dost edinemezsiniz.


Paranız var diye sizinle evlenmek isteyen birileri bulabilir, güzel mobilyalarla döşediğiniz bir ev sahibi olabilirsiniz belki ama o evi "sevgi ve güvenin yaşatıldığı huzurlu bir aile" haline getiremezsiniz.


Küçük Prens kitabında "İnsanların arasında da yalnızdır insan." diyor. Paranız için sizinle olan insanlarla birlikteyken aynen böyle kalabalık bir yalnızlık çekersiniz.


Piramidin dördüncü katında saygınlık ihtiyacı yer alıyor.


Parayla özgüven sahibi olamazsınız. Özgüven sahibi olmak demek kişinin kendi özüne (benliğine, düşüncelerine, ilkelerine, duruşuna) güvenmesidir. Paranız varsa cebinize güvenebilirsiniz ama özünüze güvenemezsiniz. Cüzdanınızı sizden alsak geriye pek bir şey kalmayacağını bilirsiniz. Özsaygınız da olmaz.


Parayla insanların sizin gücünüzden korkmasını sağlayabilirsiniz ama size içten bir saygı duymalarını sağlayamazsınız.


Piramidin beşinci katında kendini gerçekleştirme ihtiyacı yer alır. İşte bu kattaki hiçbir şeyin sahtesini dahi elde edemezsiniz parayla.


Özetle; evet parasız saadet olmaz. Çünkü karnım açsa, güvende değilsem diğer üst ihtiyaçlarıma odaklanamam. Okuyamam, düşünemem, aklı işletemem. Bu nedenledir ki "Karnı aç insanlardan/toplumlardan filozof çıkmaz. Felsefe karnı tok insan işidir." derler. Ancak kişinin yaşamsal ihtiyaçlarını giderebilmesi onun mutlu ve huzurlu olabilmesi için yeterli değildir. Nitekim etrafınıza bakarsanız (instagrama bakmayınız orası gerçek dünyayı yansıtmıyor :) ) karnı tok sırtı pek birçok insanın mutsuzluk içinde olduğunu görebilirsiniz. Bu ihtiyaçların karşılanması bitkiden hayvana her canlının temel gereksinimidir.


Bizi diğer canlılardan ayıran özelliğimiz daha üst basamaklarda ihtiyaçlarımızın olmasıdır. Huzur ve mutluluk ise bu üst basamaklardaki ihtiyaçlarımızı karşıladıkça; sevdikçe, sevildikçe, kendimize ve etrafımıza güvenebildikçe, üstün ilke ve değerlere sahip olup bunları yaşattıkça, sorunlar üreten değil sorunları çözen kişi oldukça, tükettiğimizden çok ürettikçe sağlanır.


Bunların hepsini değil belki ama bir kısmını o baba ile konuşabildim. Konuşmamıza kulak misafiri olmuş bir kadın sonunda dayanamayıp araya girdi ve şöyle dedi: "Ben yirmi yıllık banka müdürüydüm, bu anlattıklarınızı fark edebilmem yirmi yılımı aldı ve istifa ettim. Şimdi azıcık aşım, ağrısız başım. Çok daha huzurluyum. Sizin daha yolun başında bunları fark edebilmiş olmanız beni çok şaşırttı ve sevindirdi."


Baba kadına şu cevabı verdi: "İnanamıyorum o kadar parayı nasıl bıraktınız!"😅

Yorumlar