Birçoğunuzun bildiği üzere bu yıl Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yaptım. Burada yaşadığım ilginç bir olayı, daha doğrusu karşılaştığım bir şarlatanla aramızda geçen diyalogları paylaşmak istedim. Geçtiğimiz günlerde, hazır Antalya’da yaz bitmemişken ve staj derslerim de henüz çok yoğunlaşmamışken güzel havayı değerlendireyim diye denize gittim.
Otobüsten inince elinde deniz çantasıyla başka bir otobüsten inen orta yaşlı bir kadının yanına yaklaşarak “Merhaba, kadınlar plajı şu tarafta mı acaba?” diye sordum. “Evet, ben de oraya gidiyorum.” dedi ve beraber yürümeye başladık. “Buraya ilk defa mı geliyorsun? Buralı değilsin herhalde.” dedi. Öğrenci olduğumu, okumak için geldiğimi söyledim. Bölüm, memleket vs derken kısaca tanışmış olduk. “Siz ne işle meşgulsünüz?” diye sordum. Ben eğitmenim, dedi. Çantasından bir broşür çıkarıp bana verdi.
“Falanca yerde falanca eğitim kurumlarında eğitmenlik yapıyorum. On parmak daktilodan ebruya kadar birçok farklı alanda kurslarımız var.” dedi. “Siz hangi alanda eğitim veriyorsunuz?” dedim. “Ben bilinçaltı dili eğitmeniyim.” dedi. “Nasıl yani anlamadım, o da nedir?” diye sordum. “Bilinçaltını kullanarak ders başarısı arttırmadan tut da dermansız hastalıkları şifalandırmaya, ilişkileri güçlendirmeye, depresyonu gidermeye kadar neredeyse her alanda seanslar uyguluyoruz. Zorlandığın dersler varsa gel sana seans uygulayalım, arkadaşlarına da söyle beraber gelin” dedi. “İşte şimdi ağzındaki baklayı çıkardı. Pazar tezgahını kurmaya başlayıp müşteri avına çıkıyor.” dedim içimden. Sesli olarak da “Bana fizyoloji, patoloji, dahiliye anlatabilecekseniz ders başarımı arttırabilirsiniz, yoksa kalsın teşekkürler.” deyip gülümsedim. Kadın bu konuda eğitim aldığını ve bu inancın içeriğini anlatmaya başladı. Anlatırken sürekli şu kelimeleri evire çevire kullanarak cümleler sıralayıp durdu “Bilinçaltı, mucize, mucize ötesi, frekans, enerji, zümrüd-ü anka…” Kadın bir çeşit mitolojik inanca kendini epey kaptırmış gözüküyordu. Bu sırada plaja varmıştık. Çantalarımızı birkaç metre arayla yakın koyduk. Denize girdikten sonra da konuşmaya devam ettik. Arada yüzüyor, dinlenmek için durduğumuzda konuşuyorduk.
Bir ara dedi ki “Biliyor musun biz
organ nakli de yapıyoruz.” Bunu duyduğum an bir kahkaha patlattım. Dalga
geçiyor, işi şakaya vuruyor sandım. Sonra kadının mimiklerini daha iyi
görebilmek için gözümdeki deniz gözlüğümü çıkardım. Baktım ki kadın gülmüyor
hatta gayet ciddi. “Ha siz ciddisiniz… Nasıl oluyor o iş?” dedim. “Bizim
aldığımız eğitimler modül modül, bilmem kaçıncı modüle geleler organ nakli
yapabiliyor bilinçaltı dilini kullanarak.” dedi. Kadının söyledikleri
karşısında, yüzüme vuran dalgayı direkt midemde hissedecek kadar ağzım açık
kalmıştı. Artık tüm genzimi ve iç organlarımı yakan tuzlu suyun etkisiyle midir
bilmiyorum “Benim şu akciğerlerimi bir değiştiriverinsene o zaman” dedim :) “Neden,
akciğerlerinde bir sorun mu var?” diye sordu. “Hayır çok şükür bir sorun yok
ama bunca zamandır İstanbul’un kirli havasına maruz kaldılar, hayata sıfır
kilometre akciğerlerle devam etmek hiç de fena olmazdı.” dedim. “Haa bir sorun
yoksa değiştiremiyoruz, hem bir donör gerekiyor.” dedi. Kendimi tutamayıp
ikinci kahkahayı patlattım. “Onam formu imzalatmamız gerekmiyorsa sahilden
bulurum ben donörü, siz nakile ikna olursanız o iş kolay.” dedim. İkimiz de
birbirimize “Çattık bir deliye” dercesine bakıyorduk :D Kadın, annesinin bir
damarındaki pıhtıyı düşünce gücüyle, bilinçaltını kullanarak nasıl erittiğini
ve doktorların verdiği ilaçları kullandırtmadığını anlattı güya beni etkilemek
ve inandırmaya çalışmak için. “Damarda pıhtı olması hayati riski olan bir
durum, doktorların verdiği ilaçları kullandırtmayarak annenizin canıyla
oynuyorsunuz. Bir yakınım benim yüzümden ölse, herhalde ben o vicdan azabıyla
yaşayamazdım.” dedim. Ve ekledim “Farkındaysanız iddialarınız çok büyük ve
bilimsel/tıbbi iddialar. Bilimsel iddialar, bilimsel ispatlar gerektirir. Madem
organ nakli yapıyorsunuz, kaç böbrek yetmezlikli hastayı diyalizden
kurtardınız? Kaç karaciğer nakli, kaç kalp nakli yaparak hastaları şifalandırdınız
kanıtlarıyla birlikte gösterebilir misiniz? İddialarınız -eğer doğruysa- dünya
çapında çığır açarsınız. Yaptıklarınızı Pub-med’de yayınlamayı düşündünüz mü?
Bilimsel ispatlarla gelirseniz size inanayım. Hatta biz boşa 6 yıl üzerine bilmem kaç yıl
dirsek çürütmeyelim, hastaları direkt size yönlendirelim ağrısız acısız
yöntemlerle şifa bulsunlar ne güzel olur.” dedim. “Sen mucizelere inanır mısın?
Her şeyin bilimsel açıklaması olmaz.” dedi. “Siz Kur’an’a inanır mısınız?”
dedim. “Elbette, elhamdülillah!” dedi. Bunun üzerine Kur’an’daki “kader”
kavramından bahsettim. Kur’an’da kaderin “alın yazısı” olarak değil;
ölçü, fizik/kimya/biyoloji yasaları, doğa kanunları… anlamında kullanıldığını
anlattım. Örnekler vererek açıkladım. “Örneğin; bir bebeğin anne karnında
gelişimini tamamlayabilmesi için gerekli süre yaklaşık 40 haftadır. Bebek 37
haftadan önce dünyaya gelirse muhtemelen prematüritenin beraberinde getirdiği
sorunlarla karşılaşır. Bu, Allah’ın koyduğu bir yasa/ölçüdür. Ya da sizin organ
nakli iddianızla ilişkili bir örnek verecek olursam, böbreklerin süzme
kapasitesini gösteren bir ölçüt olan GFR (Glomerular filtration rate) eğer
15’in altındaysa kişi diyaliz veya böbrek nakli ihtiyacı duyar. Artık o
böbrekler kişiye yetmez. Bu biyolojik bir ölçüdür. Ne yapmanın, ne yiyip
içmenin GFR’yi arttırıp azalttığı da Allah’ın koyduğu kanunlar ile sabittir.
Hipertansiyon hastası olduğu halde tuzlu yemeye devam edip böbrekleri zorlamak,
kişinin kendi seçimidir. Kişinin risk faktörleri olduğu halde sağlığına özen
göstermeyip böbreklerini yetmezliğe götürmesi kader değildir. Allah’ın
kanunlarının yerine gelmesidir. Allah ise kendi koyduğu yasalara, ölçülere
aykırı davranmaz. Aksini beklemek, mucize beklentisi olur. Ben dünyada olan
bitenin Allah’ın koyduğu yasalarına göre gerçekleştiğine tanık oluyorum, bunu
görüyorum. Dolayısıyla ben böyle bir kadere inanıyorum, mucizeler beklemiyorum.”
Şarlatan olduğunu
düşündüğüm halde kadına bunca şey anlatmaya çalışma nedenim, kadının anlattığı
mitolojiye kendinin de inanmış olmasıydı -yani öyle görünüyordu-. Anlattıklarım
bir ihtimal kafasında bir ışık yakar, belki bir şeyleri sorgulamasına yardımcı
olur diye düşündüm. Ancak baktım ki benim ağzımdan çıkan hiçbir şey kadına
ulaşmıyordu. Zaten ben konuşurken anlattıklarımın içeriğiyle pek ilgilenmiyor,
kendi anlatacaklarını düşünüyor, bildiğini okumaya devam ediyordu. Madem
anlatası var, ben de kimleri ne yollarla ne kadar sömürdüklerini öğreneyim diye
düşündüm ve bu noktadan sonra anlattıklarına karşı nötr bir tavır takındım. Kadın
anlatmaya devam etti, ben ise merak ettiklerimi sormaya…
“Biliyor musun biz
seanslarda check-up da yapıyoruz.” dedi kadın. “Aa süpermiş! Benim bir
hastalığım var o zaman hadi bulun bakalım.” dedim. “Ama ben modül bilmem kaça
kadar eğitim aldım, benim görüntülemem yok. Ama birazdan bir arkadaşım gelecek
onda görüntüleme var. O yapsın sana.” dedi. Kadından her duyduğum cümleden
sonra şaşkınlığım biraz daha artıyordu. Bir insan para için, sağlık üzerinden
ne yalanlar söyleyerek ne kadar saçmalayabilir ona şahit oluyordum adeta.
“Arkadaşınız sırtında tomografi cihazıyla gelmez umarım plaja.” diyerek güldüm.
“Bu arada check-up’ı ne kadara yapıyorsunuz?” diyerek piyasalarını öğrenmek
istedim. “Check-up 600 tl. Basit hastalıklara genel şifalandırma seansları 150
tl.” Şaşkın gözlerim bu fiyatları duyunca biraz daha açıldı. “Ama ben para
vermem ona göre, bedavaya yapacaksanız yapın.” dedim. O sırada beklediği
arkadaşı gelmişti. “Tamam bu seferlik ücretsiz yaparız, sen bugün şanslı
günündesin ki bugün burada 2 zümrüd-ü anka ile tanıştın.” dedi. Kadın baya baya
kendilerinin zümrüd-ü anka olduğunu düşünüyordu. Bunları konuşurken
denizdeydik. Laf arasında bir ara “Bugün hava önceki günlere göre bulutlu
biraz, denize gelmek için yanlış günü seçtik galiba.” demiştim. Kadın bunun
üzerine “Öyle demeyeceksin, negatif enerji yolluyorsun. Pozitif enerjiyle
güneşi çağıracaksın ki gelsin.” dedi. İçimden “ya sabır!” desem de sadece biraz
gülümsedim ve yüzmeye devam ettim. O sırada kadın, gelen arkadaşını karşılamak
için denizden çıktı. Bu sırada saat 11.45’ti. Yaklaşık 15 dakika sonra kadın
kıyıdan bana seslenmeye başladı. “Gamzee çabuk buraya gel!” “Bir şey mi oldu?”
diye seslendim kıyıya doğru ama biraz mesafe vardı ses çok anlaşılmıyordu.
Kadın aceleyle bana gel işareti yapmaya devam ediyordu. Biri mi boğuluyor acaba,
ilk yardım için mi çağırıyor yoksa diye aklımdan geçirerek son sürat kıyıya
doğru yüzdüm. Nefes nefese sudan çıktım. Beni apar topar
sudan çıkaran kadın şimdi sakince “bak” diyerek güneşi gösteriyordu. Baktım ama
ne olduğunu anlamadım. “Bak işte güneşi çağırdım, geldi. Bugün zümrüd-ü ankanın
mucizelerine tanık oluyorsun.” dedi. “Antalya’da bu mevsimde, saat öğlenin
12’sinde güneş çıkınca ben çıkardım demek kolay. Akşam 7’de aynı performansı
gösterin, o zaman bir düşüneyim.” dedim gülerek. Tabi bu gülmem biraz da
sinirdendi. Denizden aceleyle bunun için çağırılmıştım. Kıyıya çıktıktan sonra
arkadaşıyla (şarlatan 2) tanıştırdı. Ben yaklaşık 2 metre ötelerinde
oturuyordum. Biraz sonra “Hadi gel, şuraya oturup gözlerini kapat da sana seans
yapalım.” dedi. Eyvah dedim gözlerini kapat diyor. Şarlatanlığın içeriğini
öğreneceğim derken gözümü açtığımda telefon, cüzdandan olmayayım :D Havlumu
çantamı beraberimde götürüp yanlarına oturdum. Çantamı elime almışken de
oturunca geri bırakmadım. Eşyalarımın güvenliğini sağladıktan sonra gözlerimi
kapattım. Kadın direktifler vermeye başladı. “Şu kadar kez ‘mucizeyim’ de.
Bilmem kaç kez ‘mucize ötesiyim’ de. Şimdi ‘zümrüd-ü ankayım’ diye tekrarla…
Gözler kapalı, ekran siyahken aynı kelimeleri tekrarlamak kafamı hafiften uyuşturmaya
başlamıştı. Arada çaktırmadan gözlerimi açıp güvende miyim kontrolü yaptım. Bir
yandan da içimden “Gamze şu an ne yapıyorsun farkında mısın?” deyip kendime
gülüyorum. Direktifler bu sırada devam ediyordu. “Şimdi kendini bir ormanda
hayal et. Ormanda ilerliyorsun karşına bir ağaç çıktı. Bu senin ağacın. Bana bu
ağacı tarif edebilir misin? Ne ağacı, yaprakları ne renk? Nasıl bir yeşil? Boyu
nasıl? Kabukları var mı, kalın mı ince mi?...” Sorularına cevaben bir şeyler
uydurdum :) “Şimdi bir hayvan hayal et, onun üzerine binip Manisa Spil dağının
tepesine çık…” Arada bir şeyler hayal ettiriyor, arada sorular sorup cevap
istiyordu. Yaklaşık yarım saat bu şekilde bir hayal dünyasında gezindirip durdu
beni. Sonra gözlerimi açtırdı. Sorularına verdiğim cevaplara göre analizlerde
bulundu. Güya falcılık yapıp uydurmadı. Benden aldığı cevaplarla benim
gördüklerimi yorumladığı için check-up’ımız tamamen bilimsel usullere göre
yapılmış oldu :D “Gördüğün ağacın
kabukları hastalığındı, kabukları ince görmek çok sorun yaratmadığını, kalın
görmek hastalıkla başının dertte olduğunu gösterir. Söylediğin hayvanın
frekansı senin frekansını yansıtıyor. Hep düşük frekanslı hayvanlar
söyledin…vs.” uzun uzadıya anlattı. Adı check-up ama sadece sağlıkla da
kalmıyor. Verdiğim cevaplardan ailemle aramdaki iletişimden tutun arkadaşlık
ilişkilerime, kişilik özelliklerime kadar bir sürü yorumda bulundu. Tabi
yorumları genel geçer yorumlar. Tutanı oluyor, tutmayanı oluyor. Sonra bir
hastalık söyledi. “Sende şu var.” dedi. Söylediği şey yoldan çevirdiği her 3
kadından birinde vardır. Tutturması hiç zor olmayan atmasyonlarda bulundu ama
belli ki dersine iyi çalışmıştı. Hastalıkların toplumumuzdaki prevalansına
(sıklığına) hakimdi :D Herkese aynı şeyleri söylese, anlattıklarından hastalığı
tutan olsa -ki çok olur- insanlar nasıl etkilenir. “Kaç doktora gittim, ne
kadar tahlil yapıldı, kaç tane film çekildi de ancak buldular, kadın şak diye
ne olduğunu bildi!” der büyülenmiş bir şekilde, bilmeyen. “Bu şekilde
masrafsız, zahmetsiz, tahlilsiz, tetkiksiz hastalığını bilen kişi ağrısız
acısız tedavi de edebilir. Kanserimi de iyileştirebilir, yetmeyen organımı da
değiştirebilir, en basitinden hiç değilse baş ağrımı geçirebilir.” diye düşünür
şarlatanların insanları ağlarına nasıl düşürdüğünü fark edemeyen insanlar. Bu
kişilere, ne kadar para istese verirler. “Hiçbir doktor çare olamadı, beni bu
dertten kurtar da ne istersen veriririm.” derler. Ha bir de plasebo denen olay
var. Bu şifalandırmaların (!) onlara iyi geldiğine kendilerini çok rahat
inandırabilirler.
Tüm bunları ne için anlattım? İşte bu yüzden.
İstismarcılar her zaman her yerde karşımıza çıkabiliyor. Komşuda, okulda,
AVM’de, sosyal medyada hatta denizde bile! En iyi yaptıkları şey, zor durumdaki
(kanser, kronik hasta, depresyonda, insan ilişkilerinde problem yaşayan…) insanların
içinde bulunduğu durumdan faydalanarak onları iliğine kemiğine kadar sömürmek!
Peki bu istismarcıların ağına nasıl düşmeyiz? Okuyarak. Ne okuyarak? İlahi
kitabımızı direkt kaynağından okuyarak, bilim okuyarak. Kuran bize okumayı,
düşünmeyi ve fikirlere/olaylara sorgulayıcı yaklaşmayı emreder. Bilim bize
yeryüzünün kaderini (yasalarını/ölçüsünü) öğretir. Dinini kaynağından
(Kuran’dan) doğru öğrenmiş, bilimsel bilgiyi bilimsel kaynaklardan edinmiş
kişiler ise kolay kolay maddi ve manevi istismara uğramaz. Kur’an’dan ve
bilimden ayrılmayın…
“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla” 96/1
Yorumlar
Yorum Gönder