Beni tanıyıp
da sağlıklı beslenmeye özen gösterdiğimi bilenlerden sıklıkla duyduğum bir
sorudur: “Neden sağlıklı beslenmeyi bu kadar önemsiyorsun?” ya da “Sağlık
konusunu neden bu kadar abartıyorsun?” Bir de sıklıkla şunu duyarım: “Amaan
yiyen de ölüyor yemeyen de.”
Evet
haklılar, sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum. Ancak abarttığım konusunda
hemfikir olamayacağım zira sağlığa, bu soruları soranlardan daha fazla özen
gösterdiğim için onların abarttığımı düşündüklerini düşünmekteyim :) Yoksa ben
de ideal olanı yapabildiğimi hele ki yaptığımın abartı düzeyinde olduğunu
düşünmüyorum. Gelen bu sorular üzerine biraz düşününce sağlıklı beslenmeyi önemsememin 3 sebebinin olduğu
kafamda netleşti. Aşağıdaki yazıyı da hem bu sorulara cevaben hem de kafamda
netleşen şeyleri somutlaştırıp yazıya dökmüş olmak adına yazıyorum. Şimdi
gelelim 3 sebebe.
“Başımıza
gelen kötülükler alın yazımızda öyle yazdığındandır.” anlayışı Kur’an-i bir
kader anlayışı değildir. Bu anlayış, insanların yaptıklarının sorumluluğunu
üstlenmeyerek sorumsuzca yaşamasına sebep olan bir düşüncedir. Ne yaparsa
yapsın başına geleceklerden kaçamayacağını düşünen biri neden daha tedbirli,
daha doğru davranma gayretinde bulunsun, neden karşıdan karşıya geçerken sağına
soluna baksın, neden sağlıklı beslenmeye gayret etsin? Öyle değil mi?
Kur’an’daki
kader anlayışı üzerine uzun uzun makaleler yazılabilir ancak ben burada, önceki
yazılarımda da sıkça bahsettiğim gibi kısaca özetlemeye çalışacağım.
Kur’an’da
kader “Ölçülü ve planlı iş yapmak, bir varlığı ölçülü, oranlı, planlı olarak oluşturmak”
anlamlarına gelir. Kader "yaratılış yasaları, varlık yasaları, fiziksel ve
biyolojik yasalar, doğadaki ilahi mühendislik, varlıkların yapısal
özellikleri" olarak da ifade edilebilir. Dilimizde ölçü belirtirken
kullandığımız “miktar, kadar” kelimeleri de kader ile aynı kökten (k-d-r)
gelir.
Müdahale
edilemeyecek, tedbir alınsa da değiştirilemeyecek, önlenemeyecek konular ve
evrendeki yasalar kader kapsamına girer. Tedbir alındığı zaman
değiştirilebilir, önlenebilir konular kader kapsamına değil; sorumluluk, özgür
irade kapsamına girmektedir. Klasik bir örnek olarak suyun yüz derecede
kaynaması kaderdir ancak bir bebeğin kaynar suyla yanması kader değil
ihmalkarlık, tedbirsizlik…vs. kaynaklıdır.
İnsan
yaşamı; Allah’ın yasaları ve kuralları (kader) gereğince bir neden-sonuç
zinciri halinde ilerler. Allah evrensel fizik, kimya, biyoloji yasalarını,
sosyal kanunları koyar. Bu kanunlar yaşamdaki neden-sonuç örgüsünü düzenler. Örneğin;
* Yüksekçe
bir yerden atlarsan yer çekimi kanunu gereğince düşersin ve zarar görebilirsin. Bu kaderdir (yasadır/ölçüdür). Ancak atlayıp atlamamak insanın kendi seçimidir.
* Ateşe
elini uzatırsan yakar. Bu kaderdir (yasadır/ölçüdür). Fakat insanın ateşe elini sokup sokmayacağı kendi
seçimidir.
* Kaldırma
kuvveti gereğince insanlar ve tonlarca ağırlıktaki gemiler suda yüzebilir. Bu kaderdir (yasadır/ölçüdür). Ancak mühendislik kurallarına uygun inşa edilmeyen gemi batar, nasıl
yüzüleceğini öğrenmeden kendini suya atan insan boğulur.
* Spor
yapan, dengeli ve düzenli beslenen insanlar; bu kurallara riayet etmedikleri
hallerine göre daha sağlıklı olurlar, sağlık problemleriyle daha az karşı
karşıya kalırlar. İşte bu da biyolojik yasalar gereğidir yani kaderdir/yasadır/ölçüdür.
Bu yasalar
belirli bir ölçüye göre yaratılmayı yani kaderi ifade eder. Başka bir deyişle kader (ölçü) belirli nedenlerin belirli şartlar altında
belirli sonuçları doğurmasıdır. Allah’ın koyduğu bu kanunlara uygun
hareket eden insanlar hayatlarını; daha az sorun yaşayarak, daha huzurlu bir
şekilde devam ettirirler. Allah’ın ilke ve yasalarına uygun hareket etmeyenler
ise daha problemli bir hayat yaşarlar.
Konumuz olan
sağlığa gelecek olursak, insan sağlığının kader kısmı “genetik” olarak
adlandırılabilir belki. Çünkü bazı hastalıklar genetik yolla nesilden nesile
aktarılır. Siz, genetik kodlarınız nedeniyle bazı hastalıklara diğer insanlardan
daha yatkın olabilirsiniz. Ancak genetik hastalıkların dahi çoğu
multifaktöriyel olarak ortaya çıkar. Yani genetik olarak sizde var olan
hastalık kodları, çevresel etmenlerin o hastalığa zemin hazırlamasıyla aktifleşip
ortaya çıkabilir.
Örneğin,
genlerinizde BRCA gen mutasyonu olması, sizin meme kanserine yakalanma
olasılığınızın yüksek olduğu anlamına gelir. Ancak siz bu genetik mutasyon
üzerine bir de yoğun bir şekilde radyasyona maruz kalırsanız, zaten yüksek bir
olasılık olan meme kanserine yakalanma ihtimalinizi daha da arttırmış ve ortaya
çıkmasına zemin hazırlamış olursunuz, ya da bu şekilde daha erken yaşta meme
kanserine yakalanmanıza sebep olabilirsiniz.
Bir başka
örnekle, kalp hastalıkları ve koroner hastalıklar ailesel yatkınlık gösterme
eğilimdedir. Ailenizde kalp hastası bireyler varsa siz de risk altındasınız
demektir. Ancak bu, “Ne yaparsanız yapın bundan kurtuluş yoktur, siz de
kesinlikle kalp hastalığına yakalanacaksınız ne de olsa, iyisi mi keyfinize
bakarak yaşayın, her istediğinizi yiyip için.” demek değildir. Ailenizde kalp
hastası olması demek şu anlama gelir: “Siz de bu tehdit bakımından risk
altındasınız, eğer yediğinize içtiğinize dikkat etmez de bol karbonhidratlı,
yağlı, tuzlu beslenirseniz, hareketsiz bir hayat sürerseniz, sizin bu hastalığa
yakalanma olasılığınız diğer insanlardan daha yüksektir. Ancak siz sağlık adına
elinizden gelen gayreti göstererek en azından riski azaltmış olursunuz.” Peki
siz kılı kırk yararak sağlığınıza dikkat etseniz de yine de kalp hastalığına
yakalanabilir misiniz? Evet. Ama o zamanda gönül rahatlığı ile şunu
söyleyebilirsiniz: “Allah'ım, ben elimden geleni yaptım.” İnsan hangi kötü
duruma düşerse düşsün, şu cümleden daha çok iç huzur veren bir şey var mıdır?
Sanmıyorum.
"Biz
her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık" 17-İsra/13
"Başınıza
gelen musibetler kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir. Allah
birçoğunu da affeder." 42-Şura/30
Bir
rivayette şöyle der: Hz. Ömer Şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere
varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile komuta
kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da veba hastalığı baş
gösterdiğini haber verdiler. Ne yapmaları gerektiği konusunda istişare ederken
bazıları:
-Sen
belirli bir iş için yola çıktın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler.
Bazıları da:
-Müslümanların
kalanı ve Hz. Peygamberin ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne
sevk etmenizi uygun görmüyoruz, orada salgın hastalık var, dediler.
Bunun
üzerine geri dönme kararı aldılar.
Bu karar
üzerine Ebu Ubeyde b. Cerrah:
-Allah’ın
kaderinden mi kaçıyorsun? diye sordu.
Hz. Ömer:
-Evet,
Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin develerin
olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak
olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan
yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın? dedi.
Hz. Ömer’in
bu tavrı “kader” anlayışına nasıl bakmamız gerektiğine dair önemli bir
örnektir.
Bu
maddeyi özetleyecek olursam; eğer başımıza gelenler alın yazımız olsaydı ben de
en lezzetli, en çok haz veren yiyecekleri yemeyi tercih ederdim. Ne yaparsam
yapayım sonucunu değiştiremeyeceğim şeyler için kendimi zora sokup boşa kürek
çekmezdim. Ancak Kur’an bana, keyfime göre değil Allah’ın koyduğu yasalara göre
yaşamamı öğütlüyor. Bu şekilde hareket ettiğim takdirde daha sorunsuz ve daha
huzurlu yaşayabileceğimi söylüyor. Kaderi, belirli nedenlerin belirli şartlar
altında belirli sonuçları doğurması olarak tanımlıyor ve başıma gelecek
olumsuzlukların sorumluluğunu bana yüklüyor. Ben de bu sorumluluk gereğince
sağlıklı beslenmenin gerekliliğine inanıyor ve aksi halde sorumsuzluğunun
ceremesini yine kendimin çekeceğini biliyorum.
2. Sağlıklı Besleniyorum Çünkü; Sağlığı
Korumak, Hastalıkları Tedavi Etmekten Kolaydır.
Bizlere tıp
fakültesinde halk sağlığı dersinde üstüne basa basa ezberletilen bir cümledir
bu, koruyucu hekimlik uygulamalarının da temelini oluşturur. Hatta gündüz
kuşağı programlarına çıkan doktorlar da bunu sıkça dile getirir: “İnsanı
hastalıktan korumak, hastalandığı zaman onu tedavi etmekten çok daha kolaydır
ve daha ucuza mal olur.” Bu cümlenin ne kadar haklı olduğunu sıklıkla
gözlemliyorum. İnsanların hastalıklarla mücadele ederken ne sıkıntılar, çileler
çektiğini görüyorum. Sağlık sorunları başını sarmış insanların hastanelerden
beri gelemediğine, tüm vakitlerini hastalıklardan kurtulmak için
harcadıklarına, ellerinde poşet poşet ilaçlarla gezdiklerine, sağlıklarını
yeniden kazanabilmek uğruna varını yoğunu ortaya koyduklarına şahit oluyorum.
Ayrıca insanların
hastalıklara yakalandıktan sonra mecburen feragat etmek zorunda kaldıkları
şeyler oluyor.
* Şeker
hastaları sıfır şekerle beslenmek zorunda kalabiliyor.
* Tansiyon/kolesterol
hastalarının tamamen tuzsuz/yağsız yemekler yemesi gerekebiliyor.
* KOAH
hastaları rahatça akciğerlerinin derinliklerine kadar temiz bir nefes çekmeye
hasret, hava makinelerine bağımlı yaşamak zorunda kalıyorlar, özgürlük alanları
hava makinelerinin kablosunun uzunluğu kadar olabiliyor ve açık havada güzel
bir yürüyüş yapmak şöyle dursun bakkala giderken soluk soluğa kalıp tıkanabiliyorlar.
* Kanser
hastaları dayanması çok güç ağrılarla mücadele ediyorlar, kanserli hücrelerin
işgal ettiği organlarından feragat etmek zorunda kalabiliyorlar. Hayatlarının
geri kalanını bağırsaksız, mesanesiz, tek böbreksiz… idame ettirmek zorunda
kalan insan sayısı az mı?
Şu anda genç
yaşta ve tamamen sağlıklı bir bireyseniz yukarıda saydığım hastalıklara
yakalanma olasılığınız düşük geliyor olabilir ancak bir düşünün, çevrenizde
belli bir yaşın üzerinde kaç yetişkin yukarıdaki hastalıklardan herhangi birine
sahip değil? Ve sizin onlardan farkınız ne?
Söylediklerim,
sağlıklı bir beslenme tüm hastalıklara engel olabilir anlamına gelmiyor. Çünkü
birçok hastalık -yukarıda da bahsettiğim gibi- tek bir sebebe bağlı olarak
ortaya çıkmıyor. Genetik etmenler, çevresel faktörler, beslenme ve yaşam biçimi
birçok hastalık üzerinde etkili olabiliyor. Bazı hastalıklara bu faktörlerden
biri sebep olurken bazılarına birçok faktörün bir araya gelmesi zemin
hazırlıyor. Bu faktörlerinse bir kısmını değiştirmek bizim elimizde değil
(genetik etmenler gibi) ancak değiştirilebilir faktörlerden başlıcası
beslenmedir şüphesiz. Yani siz istediğiniz kadar beslenmenize özen gösterseniz
de başka sebepler dolayısıyla yine hasta olabilirsiniz ancak en azından
değiştirmesi elinizde olan faktörleri değiştirerek birçok hastalığı ekarte
etmiş, hasta olma olasılığınızı ve aynı anda sahip olacağınız hastalık sayısını
düşürmüş olursunuz. Bu da kayda değer bir şey değil midir?
Bu
maddeyi kısaca özetleyecek olursam; henüz sağlık elden gitmemişken kendi
isteğinizle katlanacağınız zahmet ve yapacağınız fedakarlıklar (az tuzlu
yemek, asitli içeceklerden uzak durmak, daha az tatlı tüketmek, spor yapmak, sigara ve alkol tüketmemek gibi) hastalıklara yakalandıktan sonra katlanmanız gerekenlerden ve yapacağınız
fedakarlıklardan çok daha acısız ve zahmetsizdir.
3. Sağlıklı Besleniyorum Çünkü; Uğruna Yaşamak ve Uğruna Ölmek için, Hazlardan Daha Önemli
Şeyler Olduğunu Düşünüyorum.
Yıllarca
sigara içmiş ve kısa süre önce sigaraya bağlı bir sebepten beyin ameliyatı
geçirip ölümlerden dönmüş bir hastayla konuşuyordum. “Daha yeni kafatasını
ortadan ayırıp ameliyat ettiler, ölümün kıyısında döndün neden hala sigara
içmeye devam ediyorsun?” dedim. “Amaan atın ölümü arpadan olsun!”
dedi.
Atların arpa
uğruna ölümü göze alması anlaşılabilir bir şeydir herhalde. Çünkü hayvanlar,
Freud’un benlikler kuramındaki “id”leri yani alt benlikleri ile hareket
ederler. Hayvani dürtülerle hareket edip haz odaklı yaşamaları normaldir çünkü
zaten hayvandırlar. Peki ya insan? İnsanlarda da id dürtüsü vardır ancak
insanlarda idi frenleyecek ve tamamen haz odaklı yaşamaya engel olacak ego
(benlik) ve süperegoları (üst benlik) da devreye girmelidir.
Burada
önemli bir soru devreye girer, “İnsan ne için yaşar?” sorusu. Evet siz, ne için
yaşıyorsunuz? Okumaya devam etmeden önce durup bu soruyu sorun kendinize. Ne
için yaşıyorum ben? Kendinize neyi yaşam amacı edinmişseniz, onun uğruna
yaşamayı ve onun uğruna ölmeyi göze alıyorsunuz demektir.
Atın ölümü
arpadan olsun demek;
Ben hazlarım
uğruna ölümü göze alırım demektir,
Hazlarım
için yaşarım ve ölürüm demektir,
Ben yaşamak
için yemiyorum, yemek için yaşıyorum demektir.
Hazcılığı
hayatın merkezine alan ve yaşam amacı haline getiren akımın felsefede adı
“Hedonizm”dir. Hedonizme göre bir şey ne kadar haz veriyorsa o kadar iyidir.
Hayatın amacı haz duymaktır. Kendisine hedonist demese de aslında birçok insan;
yaşamında sadece yeme içme, eğlence ve cinsel hazzı ön planda tutan, sadece
bedensel haz doyumuna ulaşmayı temel yaşam prensibi olarak gören bir anlayış
biçimi içerisindedir. Bunu yaşam prensibi haline getirmiş insanlar hayatlarını
sadece zevk almaya yönelik planlamakta, eylemleri hep buna yönelik olmaktadır.
Buna ulaşacakları yolda da karşılaşacakları engelleri aşmak için; tüm ahlaki,
bilimsel, mantıklı, etik ve vicdani olmayan yollara başvurabilirler.
Bana
göre hedonizmi ilke edinmek, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerini yok
saymaktır çünkü hayvanlar ve diğer ilkel canlılar doğaları gereği haz odaklı
yaşarlar.
Bana göre hedonizmi ilke edinmek, “Beşer olarak doğulur fakat
insan olmak aşamalı bir süreç ifade eder.” diyen Ali Şeriati’nin de ifade
ettiği “beşer” kısmında kalmak, insan olma mertebesine yükselememek demektir.
Bu
maddeyi de özetleyecek olursam, yukarıda da ifade ettiğim gibi: “Bence, insan
olarak dünyaya gelmiş bizler için uğruna yaşamak ve uğruna ölmek için,
hazlardan çok daha önemli ilkeler/değerler olmalıdır. Atın ölümü arpadan olmamalıdır.”
Yorumlar
Yorum Gönder