Koca bulmak
için Telli Baba’ya
Ekmek için
Somuncu Baba’ya
Ramazan’da
Oruç Baba’ya
Çocuk olsun
diye Sultan Baba’ya
Racon kesmek
için Polat Baba’ya
Hediye
getirsin diye Noel Baba’ya
Sınav
kazanmak için Kıllı Baba’ya
İşler rast
gitsin diye Tüylü Baba’ya…
Babalar diyarı
olan ülkemizin neredeyse her şehrinin her semtinde kahverengi tabelalarla
gösterilen bir “babası” mevcut. Şimdi size bu babalarla ilgili biri yakın
tarihli olmak üzere üç ilginç haberden bahsetmek istiyorum.
1) Geçtiğimiz aylarda gündem olan şu
habere bir çoğunuz rastlamışsınızdır:
“100 Yıldır Adak Adanan Türbe Boş
Çıktı”
Batman Çayüstü
Köyü Muhtarı, köylülerin bu duruma inanmak istemediğini söyledi.
Muhtar Ekinci, 100 yıldır bu türbenin ziyaret edildiğini ifade ederek, şunları
söyledi:
"Batman'ın
hemen hemen tüm köylerinden baharın başlangıcıyla birlikte ziyaret için
köylüler türbeye gelip, yüzlerce kurban keserlerdi. Köylüler, Dicle kıyısındaki
bu ziyaretin etrafını kutsal görürlerdi. Def eşliğinde şenlikler yapılırdı.
Köylüler bir süre önce bana müracaat edip, türbenin daha yüksek yere çıkmasını
istedi. Bunun üzerine Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne türbenin taşınması için
başvuruda bulunduk. Başvurumuzun kabul edilmesinin ardından türbede kazı
çalışmalarına başlandı. Kazılarda, mezarlık alanda hiçbir bulguya
rastlanılmayınca biz de adeta donup kaldık. Köylüler bu duruma inanmak
istemiyor. Mezarın yeri başka yerdedir diye neredeyse bu kazı çalışmalarını
devam ettirmek isteyenler oldu."
Abuzer
Gaffari Türbesi'nde her yıl yüzlerce adak adandığını belirterek, kazılarda
kalıntı bulunmamasıyla şaşkınlık yaşadıklarını söyledi. "Büyüklerimiz
buranın ziyaret olduğunu söylerlerdi. Dua ederdik, kurban keserdik. Ne
diyeceğimizi bilemiyoruz" diye konuştu.1
Trajik yönü
ağır basmakla birlikte trajikomik bir haber. Sosyal medyada bu haber üzerine yorum
yapan birkaç grup insana rastladım:
-Kendi
gittiği türbelerin de boş olma ihtimaline karşın endişelenip diğer türbelerin
de kontrol edilmesini isteyenler
-Boş çıkan
türbeye gidip dua etikleri için dualarının boşa gittiğini düşünüp üzülenler
-Abuzer
Gaffari’nin asıl mezarı neredeyse bulunup oranın türbeleştirilmesi gerektiğini
düşünenler
-Boş türbeye
gidenlerle alay edip, kendileri dolu(?) olduğundan emin oldukları türbelere
gittiğini söyleyen ve bununla övünenler
2) Bir başka benzer hikâye de Bardakçı
Baba Türbesine ait. İstanbul Fulya'da, dilekleri gerçekleştirdiğine inanılan
bir yatır var. Bardakçı Baba Türbesi... Ancak bu babanın da mezarının boş,
kerametinin ise hoş bir şaka olduğu ortaya çıktı. Hem de 33 yıl sonra, o şakayı
bizzat yapan doktorun itirafı ile...
Evliyalar, yatırlar kenti İstanbul'da ünü
giderek artan bu türbe Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ne 200 metre
mesafede. Türbe, her gün dolup dolup taşıyor. Çocuğu olmayanlar, evlenmek
isteyenler, iş bulamayanlar, zengin olma hayali kuranlar, okulda başarısız olan
çocukların anneleri Bardakçı Baba'da dilek tutup, bardak kırıyorlar. İstanbul
dışından bile ziyarete gelenler var. Peki bu yatırdaki evliya, bilge kişi
kimdi? Diş Hekimi Hüseyin Cahit Dursun, 33 yıllık bu efsaneyi şöyle açıkladı:
"Biz Diş Hekimliği Yüksek Üniversitesi'nin öğrencileriydik. Fulya'ya dolmuşla
60 kuruşa gelirdik. Yol parası vermemek için okulun arka bahçesiyle birleşen
koruluk alanda yürürdük. Bazen de bu korulukta ders çalışırdık. Arkadaşlarla
burada tahtalardan masa yaptık. Masanın üzerine, bir damacana ve bardaklar
koyduk. Burası bizim buluşma, yemek yeme yerimiz olmuştu. Mekânın kolay
bulunması için bir tahta yaptık. Üzerine de muziplik olsun diye 'Bardakçı Baba'
yazdık. Diş hekimliğinde okuduğumuz için okuldan çene kemikleri, kuru kafalar
getirip, üzerinde çalışırdık. Ders çalışırken su ve bazen de şarap içmek için
koyduğumuz bardaklara kimse dokunmazdı. Sonraları, biz orada yokken birileri
damacanaya su doldurmaya başladı. Bir süre sonra da türbe oldu. Ağaçların
kesilmemesi için sırrı açıklamadım. Fakat ağaçlar kesildi. Devletimiz de bir
yatır olduğuna inandı! Ağaçlar kesildi, çevre türbeye yakışır şekilde
düzenlendi. Özel tabelalar asıldı. Oysa burası kesinlikle boş..."2
İstanbul
Türbeler Müzesi Müdürlüğü’nde araştırmacı olarak görev yapan Ali Ziyrek,
Bardakçı Baba Türbesi’nin halkın zaman içinde kendiliğinden folklorik olarak
oluşturduğu bir türbe olduğunu belirterek, “Bunun gibi İstanbul’da yaklaşık 300
türbe daha var. Tarihi eser niteliği yoktur. Olsaydı bizim kayıtlarımızda yer
alırdı. Türbede yattığı söylenen kişiyle ilgili kayıt da yok” diye konuştu.3
3) Son haber ise ziyaretçilerini
derinden üzen ve komik yönü ağır basan bir hadise:
“Yıllarca adaklar adanan
türbe, Yunan savaşçının anıt mezarı çıktı”
Marmaris'te
turistik Turgut Mahallesi'nde bulunan ve halkın 'Çağ Baba' türbesi olarak
adlandırıp, dua edip adaklar adadığı yapı, arkeologların 2 yıl önce bölgede
yaptığı araştırma sonucu, M.Ö. 3. yüzyılda, savaşçı Diagoras ve eşi
Aristomakha'ya ait piramit mezar olduğu ortaya çıktı.4
Yukarıdaki üç
trajikomik olayı da göz önünde bulunduracak olursak, evet kesinlikle ortada çok
büyük bir sorun var ancak bu sorun; türbelerin dolu veya boş olmasında, orada
yatanların umdukları kişiler olmamasında değil aslen. Sorun, Kur’an’a iman
ettiğini söyleyen yani teorik olarak aşağıdaki maddeleri de kabul etmesi
gereken Müslümanların hala türbelerden medet ummasında.
👉 İslam
dininin;
“tek kural ve hüküm koyucusu”
“mutlak
güçlüsü”
“tek
kusursuzu”
“gaybi
bilgiye sahip olanı”
“fizik,
kimya, biyoloji, doğa yasalarına tabi olmayanı”
“zamandan ve
mekandan münezzeh olanı” Allah’tır.
Yukarıda
sayılan özellikler “yalnızca” Yüce Allah’a ait olan özelliklerdir ve bu
özelliklerden herhangi birini, herhangi bir; cansıza (taşa, makete, boncuğa,
kaleme, yüzüğe, kolyeye veya ölmüş insanlara…) ya da canlıya (imama, rahibe,
papaza, şeyhe, hocaya, kâhine, müneccime…) atfetmek; “Yalnızca Allah’a ait
olabilecek sıfatları bir başkasına yakıştırmaktır”. Bu ise Allah’ın Kur’an’da
tek affedilmeyecek günah olarak adlandırdığı günahtır.
👉 Yüce Allah
kitabında bizlere şah damarımızdan (a. carotis communis) daha yakın olduğunu;
yer ve zaman fark etmeksizin sesimizi duyduğunu, dua edenin çağrısına karşılık
verdiğini bildirmiştir. Yani Allah ile kulu arasında “ara” yoktur. Ara
olmadığına göre Allah’ın bizi duyması için, Allah’tan dilekte bulunmak için “aracıya”
ihtiyaç yoktur. Öte yandan sesimizi duyması için özel mekanlara gitmeye, özel zamanları
beklemeye de ihtiyaç yoktur.
“Kullarım
sana beni sorarlarsa bilsinler ki şüphesiz ben onlara çok yakınım. Dua edenin
duasına karşılık veririm. Öyleyse kullarım da benim davetime uysunlar ve bana
inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler.” 2-Bakara/186
“Biz ona
şah damarından daha yakınız.” 50-Kaf/16
(Not: Bu
ayeti okuyunca, vücudumuzun bir başka parçası değil de “Neden şah damarı?”
sorusu akıllara gelebilir. Bu konuda farklı yorumlar yapılabilir. Üzerine
düşününce benim aklıma gelen şu oldu: Şah damar olarak bilinen, tıp dilindeki
adı arteria carotis communis olan damar kalpten beyne kan götüren damardır. Yaşamın,
canlılığın ve aynı zamanda duyguların, vicdanın simgesi olan kalp ile; bilincin,
kişiliğin, aklın, düşüncenin merkezi olan beyin arasındaki iletimi sağlar. İnsanı
insan yapan, insanın asıl kimliğini oluşturan şey duygu, vicdan, bilinç, düşünce
birlikteliği sonucu ortaya çıkan üründür. Yani aslında Allah bize bizden, kendi
benliğimizden bile yakındır.
Şah
damarından daha yakın olmak demek, o insanın aslında ne yaparsa yapsın, nereye
gizlenirse gizlensin, ne kadar fısıldayarak konuşsun hatta kimseye söylemese
bile içinden ne geçiyorsa geçirsin yaratıcımız Allah tarafından onun bilindiği
anlamına gelir. Yani Allah ne düşündüğümüzü ne hissettiğimizi en yakinen
bilendir.)
👉 Türbelerden
medet uman zihniyet hafif tabirle kendisine “torpil” yapılması, orada yatan
zatın hatırına(?) kendisinin affedilmesi ya da oradakinin yüzü suyu hürmetine(?)
kendisine kayırmacılık uygulanması, kendisine lütufta bulunulması beklentisi
içindedir. Bu ise adaletlilerin en adaletlisi olan yüce Allah’ın adaleti ile
bağdaşmaz. Allah kimsenin “hatırına” kimseyi affetmez ya da birilerinin
hatırına birilerine lütufta bulunmaz. Çünkü Allah adildir (10/54) ve kimseye
zerre ağırlığınca haksızlık yapmaz (4/40), herkese kendi kazandığının karşılığı
verir (3/25). İslam’da aslolan “emek”tir.
"Ey
kızım Fatıma! Babanın peygamberliğine güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni
yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına
hiçbir şey yapamam..."5
Görüldüğü gibi
kızına dahi bir ayrıcalık yapamayacağını söyleyen peygamberimizin ümmeti
şeyhinden, türbelerde yatanlardan, peygamberin soyundan geldiğini iddia
edenlerden medet bekliyorsa Kur’an’ın mesajını/peygamberini hiç anlamamış
demektir.
![]() |
Kişisel Ataleti Yenmek - Mümin Sekman |
👉 Allah
Kur’an’da peygamberlerin bile bir beşer olduğunu, yemek yediklerini, çarşıda
dolaştıklarını, uyuduklarını, süper güçleri olmadığını vurgulamıştır. Onların
farklarının, erdemli bir yaşayış biçimine sahip olmaları ve dolayısıyla onlara
vahyediliyor olmasında olduğunu belirtmiştir. Hatta mucizevi bir peygamber
beklentisi içinde olup da kendisi gibi birinin peygamberliğine inanmak
istemeyenler bunu dillendirmişlerdir:
“Bu nasıl
Peygamberdir ki, bizim gibi yiyip içiyor, bizim gibi giyiniyor ve
çarşı pazarda gezip dolaşıyor. Ona kendisiyle birlikte uyarıcı bir melek de
indirilmeli değil miydi?” demişlerdir.” 25-Furkan/7
“Onlara
de ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana sadece gerçek ilahınızın tek
olduğu vahyedilmiştir. Öyleyse O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin.” O'ndan
başkasına ilahlık yakıştıranların vay haline.” 41-Fussilet/6
“De ki:
“Şüphesiz Ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; sadece bana sizin
ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyedilmektedir.” 18-Kehf/110
İlahınızın
tek ilah olduğunu size anlatmakla görevlendirilmiş biriyim diyen, örnek
alınabilmesi için “insanlardan” seçilen ve ben de sizin gibi bir insanım diyen
peygamberimizin ümmeti ise zihinlerinde önce peygamberleri sonra da bazı
zatları sihirli süper güçleri olan, örnek alınması imkânsız bir noktaya çıkarmakta
onlara ilahlık/yücelik yakıştırmaktadırlar. Allah’ın peygamberler aracılığıyla
ilettiği ana mesajını peygamberler aracılığıyla çiğnemekte ve bu kapı aralama
sonrasında Allah’ın beşer olan kimseye -peygamberlere dahi- vermediği güç ve
yetkiyi türbelerde yatanlara, önderlerine yakıştırmaktadırlar.
"Sen
kabirdekilere işittiremezsin" 35-Fatır/22
"Allah
dışında yakardıklarınız çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onlar çağrınızı
duymazlar, cevap da veremezler." 35-Fatır/13,14
👉 Yediden
yetmişe herkesin Arapçasını ezbere bildiği ancak kimsenin anlamaya yanaşmadığı
Fatiha Suresi'nin 5.ayeti Kur'an'ın en temel mesajlarından birini söyler:
"YALNIZ
SANA İBADET/KULLUK EDER VE YALNIZ SENDEN YARDIM DİLERİZ."
(İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în)
Sırf şu ayet
bile türbelerin, “Yetiş ya…” şeklinde başlayan cümlelerin Allah’ın dininde yeri
olmadığına yeterli delil iken emeğe inanmak yerine torpil beklentisi içinde
olup tembelliği ve kolaycılığı seçenler kendilerini şu şekilde savunmaktadırlar:
"Biz türbedekilere kulluk etmiyoruz ki, onlar bizi Allah'a
yaklaştırsınlar diye onlar aracılığıyla Allah’tan yardım diliyoruz." Ancak
bu savunma Kur'an nezdinde geçerli bir savunma olmayıp Zümer suresi 3.ayette şu
şekilde eleştirilmiştir:
"Halis
din yalnız Allah’ındır. O’nun yanında kendilerine birtakım dostlar edinenler:
Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye dua ediyoruz, derler. Doğrusu
Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah, yalancı
ve inkârcıları doğru yola iletmez."
Ne mutlu;
Allah’tan
başkasına ilahi sıfatlar yakıştırmayıp kimsenin boyunduruğu, maddi/manevi sömürüsü
altına girmeyenlere…
Kendisini
kurtaracak olanın kendi emeği olduğunu bilip bu yönde var gücüyle ter döken, Allah’tan
başka kurtarıcı beklemeyenlere…
Allah’tan
başka hüküm/kural koyucu edinmeyip dini yalnız Allah’a has kılarak iman
edenlere…
5 Buharî, Vesâyâ 11; Tefsir (26) 2;
Müslim, İman 348-352.
Yorumlar
Yorum Gönder